Herhangi bir zaruret olmaksızın bir kabre birden fazla kişi defnedilemez. İslam ulemasından bir kısmı bunu caiz değil/haram olarak nitelerken diğer bir kısmı en azından hoş karşılanmadığını söylemişlerdir. Zira, Allah Resûlü’nün yaşadığı dönemden günümüze kadar –bazı istisnalar dışarıda bırakılacak olursa– bir kabre bir kişi defnedile gelmiştir.[1]Zuhaylî, el-Fıkhu’l-islâmî, 2/1560. Normal şartlarda her bir insan kendisi için kazılan mezar yerine defnedilir. Geçerli bir sebep/gerekçe olmadığı sürece de bu mezar yeri tekrar açılmaz. Bu meselenin iki yönü var:
1) Aynı anda vefat etmiş insanlardan birden fazla kişinin aynı kabre defnedilmesi,
2) Daha önce birinin defnedildiği kabrin açılıp içine yeni ölmüş birinin defnedilmesi.
Aynı anda vefat etmiş insanlardan birden fazla kişinin aynı kabre defnedilmesi:
Toplu ölümler, yeterli yer bulunmaması gibi bir zaruret olmadıkça iki kişinin aynı kabre defnedilmesi –kimi alimler haram dese de çoğunluğa göre– mekruhtur.[2] Mâverdi, el-İknâ, 60; Şirâzî, et-Tenbih, 16; İbnü’l-ırâkî, Tahrîru’l-fetâvî, 1/441; Zekeriyyâ el-Ensârî, Esne’l-metâlib, 1/330; İbn Kudame, el-Muğni, 2/420; Hattâb, … Okumaya devam et Ancak belli zaruretlerin varlığı durumunda bir mezara birden fazla kişi defnedilebilir.[3] Çoğunlukla “zaruret” gerekçe olarak zikredilirken, bazı fakihler “hacet” kelimesini kullanmayı tercih etmişlerdir. Bu da zaruret veya zaruret gibi değerlendirilebilecek hacetin … Okumaya devam et
Bu konuda bütün mezheplerin ittifak ettiği söylenebilir.[4] İbn Hümam, Fethu’l-kadîr, 2/141; İbn Abidin, Reddu’l-muhtâr, 2/219, 233; Karâfî, ez-Zehîra, 2/479; İbnü Cizzî, el-Kavânînu’l-fıkhiyye, 66; Nevevî, el-Mecmû, 5/284; Sülemî, … Okumaya devam et Bu konudaki en güçlü delil olarak, Uhud şehitleri defnedilirken –şehitlerin çokluğundan dolayı her biri için ayrı mezar yeri kazılmasının zorluğu nedeniyle– Allah Resûlü’nün, birden fazla kişinin aynı mezara defnedilmesine izin vermesi zikredilir.(Tirmizi, cihâd 33; Nesâî, cenâiz 86.) Diğer bazı gazvelerde de benzer uygulamalar olmuştur.[5] Zuhaylî, el-Fıkhu’l-islâmî, 2/1560.
Zaruretin varlığında birden çok kişinin aynı yere defnedilmesi durumunda araları toprakla ayrılır. Bu şekilde mezar yeri, iki veya daha fazla kabre dönüştürülmüş olur.[6] Mevsilî, el-ihtiyar, 1/96; İbn Nüceym, Bahru’r-râik, 2/209; el-Fetâva’l-hindiyye, 1/166.
Daha önce birinin gömüldüğü bir kabre daha sonra bir başkasının defnedilmesi:
Burada da iki durum söz konusu olabilir: Birincisi, Kemikleriyle beraber bütün ceset toprağa dönüşmüştür, ikincisi, ceset çürümüş ama kemikler henüz duruyordur.
Zaruret durumu dışında bir mezarın tekrar açılması ve oraya başkasının gömülmesi caiz görülmez. Ancak medfun kişinin et ve kemiklerinden hiçbir iz eser kalmamış, tamamen toprağa dönüşmüşse –Şafiilere ve bazı Hanefilere göre- aynı yere başka biri defnedilebilir.[7] İbn Abidin, Reddu’l-muhtâr, 2/219; Nevevî, el-Mecmû, 5/284. Diğer bazı Hanefiler tarafından buna, “ölüye hürmetin devamlılığı” nedeniyle karşı çıkılmış ve bunun mekruh olduğu ifade edilmiştir.[8] İbn Abidin, Reddu’l-muhtâr, 2/233.
Hanefî âlimlerden İbn Abidin’e göre ise, kabre başkasının gömülebilmesi için önceki cesedin çürümesi yeterlidir, kemikler dahil her unsurunun tamamen toprağa dönüşmesi beklenmez. Zira bunun aksini söylemek, özellikle büyük şehirlerde büyük bir meşakkate sebep olur; bu durumda her yer kabirle dolar.[9] İbn Abidin, Reddu’l-muhtâr, 2/234.
Zaruret durumunda ise zaten kemiklerin tamamen çürümesi beklenmez. Bu durumda, önceden defnedilen kişinin kemikleri bir araya toplanır ve yeni vefat eden kişi, araları toprak ile ayrılarak defnedilir.[10] İbn Hümam, Fethu’l-kadîr, 2/141; İbn Abidin, Reddu’l-muhtâr, 2/219, 233; Nevevî, el-Mecmû, 5/284.
Buradaki zaruretin gerçek bir zaruret olması gerekir. Bir kişinin bir yakınının kabrine defnedilmek istemesi veya başka bir mezarlık olduğu halde ölüyü belli bir mezarlığa defnetme düşüncesi, zaruret kapsamına girmez.[11] İbn Abidin, Reddu’l-muhtâr, 2/233. Bu meselede keyfilikten öte ihtiyaç ve zaruretlerin gözetilmesi gerekir.
Netice olarak şu söylenebilir: Günümüz şartlarında büyük şehirlerde yer darlığı yaşanabilir ve buna bağlı olarak yeni mezarlıkların tahsis edilmesinde zorluklar bulunabilir. Bu durumda yukarıda ifade edilen görüşlerden istifade ile –ölüye hürmetsizlik manasına gelebilecek şeylerden sakınmak kaydıyla– daha önce mezarlık olduğu bilinen ancak çok uzun bir tarihî süreç geçirdiği ve medfun bulunanların kemikleriyle beraber tamamen toprağa dönüştüğü yerlere yeni mezarlıklar kazılabileceği gibi, gömülmesinden sonra uzun bir süre geçmiş kişilerin kemikleri dışında cesedinin çürümüş olduğu tahmin ediliyorsa, aynı yere -araları toprakla ayrılarak- yeni vefat etmiş biri defnedilebilir.
İlgili kurumların organizesi ve iş birliği ile hareket edilmesi durumunda var olan tecrübeden istifade edilmiş ve herhangi bir karmaşaya sebep olunmamış olur.
Hikmet.net
Dipnotlar
⇡1 | Zuhaylî, el-Fıkhu’l-islâmî, 2/1560. |
---|---|
⇡2 | Mâverdi, el-İknâ, 60; Şirâzî, et-Tenbih, 16; İbnü’l-ırâkî, Tahrîru’l-fetâvî, 1/441; Zekeriyyâ el-Ensârî, Esne’l-metâlib, 1/330; İbn Kudame, el-Muğni, 2/420; Hattâb, Mevâhibu’l-celil, 2/236. |
⇡3 | Çoğunlukla “zaruret” gerekçe olarak zikredilirken, bazı fakihler “hacet” kelimesini kullanmayı tercih etmişlerdir. Bu da zaruret veya zaruret gibi değerlendirilebilecek hacetin varlığının da yeterli olduğunu gösterir. Bkz. İbn Nüceym, Bahru’r-râik, 2/209; el-Fetâva’l-hindiyye, 1/166; Ebû Şucâ, el-Ğâyetu ve’t-takrîb, 16; Karafi, ez-Zehîra, 2/479. |
⇡4 | İbn Hümam, Fethu’l-kadîr, 2/141; İbn Abidin, Reddu’l-muhtâr, 2/219, 233; Karâfî, ez-Zehîra, 2/479; İbnü Cizzî, el-Kavânînu’l-fıkhiyye, 66; Nevevî, el-Mecmû, 5/284; Sülemî, el-Gâye, 2/244; İbn Kudame, el-Muğni, 2/420. |
⇡5 | Zuhaylî, el-Fıkhu’l-islâmî, 2/1560. |
⇡6 | Mevsilî, el-ihtiyar, 1/96; İbn Nüceym, Bahru’r-râik, 2/209; el-Fetâva’l-hindiyye, 1/166. |
⇡7 | İbn Abidin, Reddu’l-muhtâr, 2/219; Nevevî, el-Mecmû, 5/284. |
⇡8 | İbn Abidin, Reddu’l-muhtâr, 2/233. |
⇡9 | İbn Abidin, Reddu’l-muhtâr, 2/234. |
⇡10 | İbn Hümam, Fethu’l-kadîr, 2/141; İbn Abidin, Reddu’l-muhtâr, 2/219, 233; Nevevî, el-Mecmû, 5/284. |
⇡11 | İbn Abidin, Reddu’l-muhtâr, 2/233. |