Ülkemizde pek çok trafik kazası meydana gelmektedir. Trafik kazalarının bu denli fazla olmasının maddî-mânevî pek çok sebebi var: Eğitimsizlik, ceza sisteminin yetersizliği, alt yapı eksikliği, alkol, uykusuzluk, aşırı hız, sorumsuzluk, günah ve hata inancının olmayışı ve macera hissi… gibi şeyler bunların başında gelir.
Trafik kurallarına uymak bir vatandaş olarak, ondan önce de bir Müslüman olarak bizim görevlerimizdendir. Hatta meseleye fıkhî açıdan yaklaşacak olursak, trafik kurallarına uymanın vacip olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü bu kurallar, uzun deneme ve araştırmalar sonucu elde edilen, “iki kere iki dört eder” kat’iyetinde olmasa da yine de bir kesinlik ifade etmektedir. Meselâ, trafik kazalarına sebep olan âmillerin başında aşırı hız gelmektedir. Bu açıdan şehir içi ve şehir dışında belirtilen hız limitlerine uymanın vacip olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla, hız limiti aşılıp, bunun sonucunda ölümlü bir kaza meydana gelmişse bu kaza, cinayet hükmünde değerlendirilebilir. İslâm fıkhında buna şibh-i amd/kasta benzeyen öldürme denir.
Şibh-i amd; –fukahânın farklı içtihatları mahfuz– öldürme maksadıyla değil de şöyle-böyle ölüme sebebiyet verme demektir. Ebû Hanife’ye göre, şibh-i amd, masum bir insanı, silâh yerine geçmeyen bir şey ile vurup öldürmeye denir. Ağır bir şey kullanarak öldürmek de aynı kategoriye girer. Ölüme sebep olan âletleri âlimler; kesici olan, kesici olmayan veya ağır olan diye farklı türlere ayırmışlardır. Ebû Hanife’ye göre demir ve o mânâda olan ağır bir şeyle işlenen cinayet şibh-i amddir. Yani kullanılan ağır âlet öldürücü nitelikte değilse cinayet şibh-i amd kabul edilir. Bu yaklaşımlar, âlimlerin kendi dönemleri itibarıyla yaptıkları deneme ve içtihatları neticesinde ortaya çıkan tespitlere dayanır. Bu prensipler açısından trafik kazalarına bakılacak olursa, bazılarına “amd”e bazılarını “şibh-i amd”e bazılarını da “hata”ya sokabiliriz ki, bunların hepsinde de cana kıyma söz konusudur.
Ayrıca İslâm Fıkhı’nın özünde bulunan bir başka prensip de şudur: “Başkasına zarar verici her fiilden kaçınması mümkün iken kaçınmayan ve ihmalkâr davranıp ihtiyatı elden bırakan kişi o işin sonucundan sorumlu tutulur.” Trafik kazalarına bu açıdan da bakıldığında kazaya sebebiyet verenlerin sorumlu olduğunu söylemek mümkündür.
Trafik cezalarının, gelişmiş ülkelerdeki cezalara kıyasla düşük olması da kazalara davetiye çıkaran ikinci bir husus olarak görülmektedir. Bu sebeple ülkemizdeki ceza sistemi yeniden gözden geçirilmeli ve cezalar caydırıcı olacak şekilde düzenlenmelidir. Bir diğer tedbir de otokontrol müessesesinin hayata geçirilmesidir. Gelişmiş ülkelerin çoğunda kuralların çiğnendiğini görenler onu yetkililere haber verirler.
Meselenin maddî boyutunun yanında bir de mânevî boyutu vardır. Yolculuklara sevap kazanma niyeti ile çıkılsa dahi; gösteriş içinde yolculuğa çıkma, koltuğa kurulma ve hız limitini aşma gibi şeyler Allah’ın sevmediği ve mü’mine yakışmayan tavırlardır. Cihan fethetmeye gidilse bile, şevk ü tarâb içinde değil, “Allah’ın rızasına muvafık mı?” diye hüzün içerisinde, riya, gurur ve bencillikten uzak olma mülâhazalarıyla gidilmelidir. Mü’min, temkin ve dikkat insanıdır. Kulluk yolunun, gafilâne hâllere, çalıma, gurura ve gösterişe tahammülü yoktur. Ne var ki zamanımızdaki trafik kazalarını görünce, hak ve hakikat adına söylenen şeylerin fayda vermediği, şeytanın sözünün daha fazla dinlendiği görülmektedir.