İçindekiler
Allah Nerededir?
Nerede sorusu bir mekânı ve yeri akla getiriyor. Oysa mekân, maddî varlıklar için söz konusudur. “Allah nerede?” şeklindeki bir soru Allah’ı diğer varlıklara benzetmektir. Allah’ı maddî varlık gibi düşünmek mümkün değildir. İnsan aklı Allah’ı tam olarak kavrayamaz. Biz ancak yaratılmış olanları kavrayabiliriz. Yetersiz aklımızla, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah’ı anlayamayız.
Kâinatın bir sınırı ve sonu vardır. Bu sınırın ötesinde ne olduğunu kimse bilmiyor. Hiçbir bilim dalı bu seviyeye ulaşabilmiş değildir. Allah kâinatın bu sınırları içinde değildir. Çünkü Yaratıcı olan yaratılanların içinde olamaz. Kâinatın sınırları dışında derseniz, yine bir yer ve mekâna dayandırmış olursunuz. Allah ne kâinatın içinde ne de dışındadır. O zamanların ve mekânların üstündedir.
Bu konuda insanın anlayamadığı nokta, Allah’ın mutlaka bir mekânda olması gerektiği düşüncesidir. Çünkü insanın gördüğü ve bildiği her şeyin bir yeri ve mekânı vardır. Bunun için insan mekân dışı bir varlık düşünemiyor.
Allah mekândan münezzeh olmakla beraber isimlerinin ve sıfatlarının tecellileri, yani görünümleriyle her yerdedir. O ilmiyle, kudretiyle her şeye yakındır. Bize bizden daha yakındır. Fakat biz O’na uzağız. Bu konuda güneş misalini verebiliriz; güneş, ışığıyla, sıcaklığıyla ve yedi rengiyle dünyadaki her şeyi kuşatır. Onun ışığından ve sıcaklığından herkes faydalanır. Fakat güneşe ait özellikler güneşin kendisi değildir. Bu demektir ki, güneş ışığıyla ve ısısıyla bizim yanımızdadır, bize bizden daha yakındır. Fakat gerçekte biz ona uzağız. Ona yaklaşmak için, çok engeller aşmak gerekir. Bunun gibi, Allah bize gayet yakındır, fakat biz ondan gayet uzağız.
Her Şeyi Allah Yarattı, Allah’ı Kim Yarattı?
Kâinattaki olayların ve varlıkların nasıl meydana geldiğini araştırdığımızda, her şeyin arkasında bir sebep buluruz. Mesela yağmurun yağmasına sebep olan bulutlardır. Bulutlar nasıl oldu diye sorulursa, suyun buharlaşmasıyla oldu, diyebiliriz. Bu sorgulama bir yere kadar gider ve tıkanır. Bu noktada sebeplerin arkasında, sebepleri Yaratan Allah’ın olduğunu söyleriz. Kâinatın yaratılışını incelediğimizde bilim bir yere kadar izah getirir. “İlk önce kâinat bir toz bulutuydu” der. Peki, bu toz bulutu nereden geldi? Bu soruya bilimin verebileceği bir cevap yoktur. İlk sebebe gittiğinizde, onun arkasında sebepleri yaratan Yüce Yaratıcı vardır.
“Allah’ı kim yarattı?” sorusu, eğer bir cevap bulsaydı, daha sonra; “onu kim yarattı” diye sorulacaktı. Bu sorular uzayıp gidecekti. Bu şekilde hiçbir şeyi aydınlatmak mümkün değildir. Bu sorular sonsuza kadar gitmeyeceğine göre, bir yerde durması ve bir yere dayanması gerekmektedir. Her şeyin son noktası “Allah” olmalıdır. Bu konuyu bir misalle şöyle anlatabiliriz:
Arka ayakları olmayan bir sandalyede oturduğunuzu düşünün. Sandalye düşmemesi için kendisi gibi arka ayakları olmayan başka bir sandalyenin önüne dayandırılmış olsun. O da bir üçüncü sandalyeye… Böylece devam edip gittiğini düşünün. Bunu ne kadar uzatırsanız uzatın, bir yerde arka ayakları olan son bir sandalyeye dayandırmak zorundasınız. Yoksa bu sonsuza kadar uzayıp gidemez.
Başka bir misal ise şu olabilir; bir insana neyin üzerinde olduğu sorulsa, ayakları üzerinde olduğunu söyler. Ayaklarının ne üzerinde olduğu sorulsa, evin üzerinde olduğunu söyler. Ev neyin üzerinde denilse, dünyanın üzerinde cevabını alırsınız. Peki, dünya neyin üzerinde? Bu sorunun ötesi yoktur. Dünya kâinatta boşlukta durmaktadır ve hiçbir şeyin üzerinde değildir. Bütün bu soruların bir son noktası vardır. Başka bir misal verelim; diyelim ki, trenin en arkadaki vagonunu onun önündeki hareket ettiriyor. Onu daha öndeki vagon hareket ettiriyor. Nihayet gelip lokomotife dayanınca, o kendisine has gücü, kuvveti ile kendi kendine hareket ediyor, deriz.[1]1 Gülen, Asrın Getirdiği Tereddütler-1, s.32
Bütün bu misallerde olduğu gibi her şeyin varıp dayanacağı bir son olmalıdır. Yoksa sonsuza kadar uzayıp gitmesi mümkün değildir.
Yaratılış hakkındaki sorulacak soruların da bir son noktası olmalıdır. O da her şeyi Allah’ın yarattığı, O’nun yaratılmadığı, doğmadığı, öncesinin ve sonunun olmadığıdır. Her şey sonradan var olmuştur. Var edense Allah’tır.
Allah’ı yaratılmış olarak düşünmek mümkün değildir. Çünkü yaratılmış olan Yaratıcı olamaz. Birine muhtaç olan, başkasını yaratamaz. Yaratılan her şey muhtaçtır ve acizdir. O ise, varlığı kendinden ve kimseye muhtaç olmayan Kâdir-i Mutlaktır. Her şey gidip O’na dayanmaktadır. Varlığı devam ettiren, çeken ve iten O’dur. O’ndan öte hiçbir şey yoktur.[2]2 Gülen, Asrın Getirdiği Tereddütler-1, s.31.
Allah’ı Niçin Göremiyoruz?
“Allah’ı niye göremiyoruz?” sorusu için öncelikle şunu söyleyebiliriz; Allah çok büyük, insanın kapasitesi ve gözü Allah’ı görebilecek bir kabiliyette ve güçte değildir. İnsanın her konuda kapasitesi sınırlıdır. Görme gibi, duyma, koku alma duyuları da hep sınırlıdır. Çok küçük canlıları, mikrobu, hücre küçüklüğünde bir yapıyı, atomu göremiyoruz. Aynı zamanda uzayın derinliklerinde, bizden çok uzakta olan kütleleri de göremiyoruz. Belirli bir frekansın altında ve üstündeki sesleri duyamıyoruz. İnsanın aynı zamanda aklı ve zekâsı, gücü ve kuvveti de sınırlıdır. Bunun yanında insan göremediği, fakat varlığını kesin bildiği başka şeyler de vardır. İnsan, aklını göremez, fakat varlığından şüphe duymaz. Mıknatısın çektiğini görür, fakat çekim kuvvetini görmez. Elektriğin varlığını bilir, fakat onu göremez.
Bu kadar sınırlı gören, duyan, bilen bir insanın “Allah’ı niye göremiyoruz?” sorusu O’nu bir cisim gibi düşünmesi demektir. İnsan şu muhteşem âlemde neyi biliyor ki, Allah’ı da bilsin! Allah şekilden, maddeden münezzehtir ve bizim ölçülerimizle ölçülemez. Biz henüz içinde yaşadığımız dünyayı bile bilemezken, bütün âlemleri evirip çeviren Allah’ın zatı hakkında nasıl bilgimiz olacak! O bizim her türlü düşüncelerimizin ötesindedir.[3]3 Gülen, Asrın Getirdiği Tereddütler-1, s.17.
İnsan sınırlı kapasitesi ile Allah’ın yarattığı bazı varlıkları bile göremezken, her şeyi yaratan büyük Yaratıcı’yı nasıl görebilir. Bu konuya, Kur’an-ı Kerim’den şu ayetle cevap verilebilir; “Gözler onu idrak edemez, O gözleri idrak eder.”[4]4 En’am, 6/103. Bizim gözlerimiz O’nu idrak edemez, yani buna gözümüzün kapasitesi yetmez. O her şeyi görür, fakat biz O’nu göremeyiz.
İnsanoğlu Allah’ı göremez, çünkü Allah’ı görmeye bir insan dayanamaz. Kur’an-ı Kerim, Hz. Musa’nın da Allah’ı görmek istemesinden bahseder; “Musa tayin ettiğimiz vakit gelip de Rabbi ona hitap edince: ‘Ya Rabbi, dedi, göster bana Zatını, bakayım sana!’ Allah Tealâ şöyle cevap verdi: ‘Sen beni göremezsin. Ama şimdi şu dağa bak, eğer yerinde durursa sen de beni görürsün!’ derken Rabbi dağa tecelli eder etmez onu un ufak ediverdi. Musa da düşüp bayıldı. Kendine gelince dedi ki: ‘Seni bütün noksanlıklardan uzak tutarım Ya Rabbi. Her noksanlıktan münezzeh olduğun gibi, dünyada seni görmemizden de münezzehsin. Bu talebimden ötürü tövbe ettim. İman edenlerin ilkiyim”[5]5 A’raf, 7/ 143. Allahu Teala, zatını görmenin mümkün olmadığını bu şekilde Hz. Musa’ya göstermişti. Hz. Musa gibi büyük bir peygamber, zatının tecellisine bile dayanamamıştı.
Biz Allah’ı göremiyoruz, çünkü Allah zuhurunun şiddetinden gizlenmiştir. Bu şu demektir; Allah kâinatta varlığını kesintisiz olarak her an sıfatlarıyla öyle şiddetli hissettirmektedir ki, varlığı gaflet içinde olanlar tarafından düşünülemez, görülemez. Şu örnekle bu hakikati anlatabiliriz; güneş bütün gökyüzünü kuşatıp, dünyanın dört bir yanına ışıklarını verecek derecede büyük olsaydı, onu görmemiz mümkün olmayacaktı. O zaman gece olmayacak, sürekli gündüz olacak ve biz ışığın ne demek olduğunu anlamayacaktık. Belki güneşin ne olduğunu da bilmeyecektik. Güneş varlığını her an yoğun bir şekilde gösterdiği için dikkatlerden kaçacaktı.[6]6 Akademi Araştırma Heyeti, Bir Müslümanın Yol Haritası, Işık Yayınları, İzmir, 2005, s.56.
Bu konuda verilebilecek cevaplardan birisi de, Allah’ın zıddının olmamasıdır. Her şey zıddıyla bilinir. Aydınlık karanlıkla, alçaklık yükseklikle, soğuk sıcakla v.b. bilinebilir. Allah’ın zıddı ve benzeri olmadığı için O’nun görülmesi mümkün değildir.[7]7 Gülen, Asrın Getirdiği Tereddütler-1, s.24.
Allah’ı göremeyişimizin bir önemli sebebi de, bu dünyanın imtihan dünyası olmasıdır. Biz Allah’ı görebilseydik, herkes Allah’ın varlığını kabul edecek, dolayısıyla imtihan olmayacaktı. Bu dünyanın ve insanın yaratışındaki en önemli gaye, Allah’ı bilmektir. Bu sayede inanan inanmayandan, iyi kötüden ayrılmış olacaktır. Allahu Teala eserleriyle ve gönderdiği peygamberlerle bize kendisini tanıtıyor. Bunu görüp bilen insan imtihanı kazanacaktır. Diğer taraftan gözüyle göremediği için bu kadar açık ve net olan Allah’ın işaretlerini reddedenler ise imtihanı kaybetmiş olacaktır.
Dipnotlar
⇡1 | 1 Gülen, Asrın Getirdiği Tereddütler-1, s.32 |
---|---|
⇡2 | 2 Gülen, Asrın Getirdiği Tereddütler-1, s.31. |
⇡3 | 3 Gülen, Asrın Getirdiği Tereddütler-1, s.17. |
⇡4 | 4 En’am, 6/103. |
⇡5 | 5 A’raf, 7/ 143. |
⇡6 | 6 Akademi Araştırma Heyeti, Bir Müslümanın Yol Haritası, Işık Yayınları, İzmir, 2005, s.56. |
⇡7 | 7 Gülen, Asrın Getirdiği Tereddütler-1, s.24. |