Değerli kardeşimiz,
Evet, ahiretteki her nimet, bir yönüyle bir amelin sevabı ve o sevabın temessülünden ibarettir; oradaki sermedî lütuflar, amel tohum ve çekirdeklerinin başakları ve sümbülleri olarak zuhur edecektir. Bu itibarla da, dünyadaki amel ile oradaki nimet birbirine bir iç benzeyişle müteşâbihtir. Öbür tarafta, oruç ve namaz gibi ibadetler öyle bir mahiyet alacaklardır ki, mü’minler onları birer nimet olarak önlerinde bulduklarında “Allahım, bu ne nefis bir lütuf; namazıma benziyor ama namaz değil, üzerinde orucumun şebnemi var ama oruç değil!..” diyeceklerdir. Belli bir rasat ve temaşa noktasından baktıkları zaman, hangi nimetin hangi sâlih amele terettüp ettiğini anlayabilecek; fakat, onları çok farklılaşmış, güzelleşmiş ve bambaşka birer ihsan halini almış olarak bulacaklardır. Dolayısıyla da, Cennet nimetlerinden her rızıklanışlarında, “Bu, dünyada veya az önce Cennet’te lutfedilen şeylerdendir!” diyecek, hem o benzerliğin hem de nimetlerdeki televvün ve tazeliğin farkına varacaklardır. Nitekim, bu hakikati ifade sadedinde Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır:
İman edip makbul ve güzel işler yapanları müjdele: Onlara içinden ırmaklar akan cennetler vardır. Öyle cennetler ki ne zaman, meyvelerinden kendilerine bir şey ikram edilirse, ‘Bu, daha önce de dünyada yediğimiz şey!’ diyeceklerdir. Oysa bu, onların aynısı değil benzeri olarak kendilerine sunulacaktır. (Bakara, 2/25)
Şu kadar var ki, bugün biz bu iki şey arasındaki münasebeti tam anlayamayabiliriz. Çünkü, her şeyi sebepler dairesi içinde mütâlaa ettiğimizden, tahlil ve terkiplerimizde belli ölçüde sebeplerin tesirinde kalmaktan kurtulamıyoruz. İmam-ı Gazali’nin deyimiyle, sahip olduğumuz “akl-ı meâş”tan dolayı ukbaya ait meseleleri dünyada çok iyi anlayamıyoruz. Fakat, ahirette “aklı meâd” ile donatılacağımız ve orada her şeyin metafizik kanunlar çerçevesinde cereyan ettiğini göreceğimiz için, o zaman “Elhamdülillah” deme ile Cennet meyvesi yeme arasındaki münasebeti kavrayacak ve oradaki mükâfatlarla buradaki amellerin nasıl bir sebep-sonuç alâkasıyla irtibatlı olduğunu apaçık müşahede edeceğiz.
İşte, amel tohumlarının sermedî lütuflara dönüşmesi ve çeşit çeşit meyveler vermesi daha Cennet’e giriş esnasında kendisini hissettirecektir; çünkü, her amelin kendine mahsus bir kapısı olacaktır ve o amel ile bütünleşen kimse o kapıdan çağrılacaktır. Aslında, sâlih ameller sekizden çok daha fazladır; fakat, ihtimal, Cennet’in sekiz kapısı bu amellerin en önemlilerinin isimlerini almıştır. Bir yönüyle, Salât, Cihad, Reyyan, Sadaka, Hac, (insanları çokça bağışlayanların gireceği) Afv, (öteye görülmemiş hesaplar bırakmayan mübareklere ayrılmış) Eymen ve Zikir-İlim adındaki ebvâb, Cennet’in ilk giriş kapılarıdır; Allahu a’lem, kabul salonundan sonra, büyüklü küçüklü her güzel iş ve güzel ahlak sahipleri için ayrılmış başka bablar da vardır.
Kaynak: Kalp İbresi, “Cennet Kapıları“
Selametle kalınız.