İçindekiler
Bazı araştırmacılar, Kur’ân’daki evrime ters yaratılış âyetlerini zahiri manalarının dışına çıkararak tevile tâbi tutmakla kalmaz, bir de zorlama yorumlarla Kur’ân’dan evrim teorisi çıkarmaya çalışırlar. Delil getirdikleri bazı âyetlerle Kur’ân’ın da evrimi desteklediğini iddia ederler. Bambaşka konulardan bahseden âyetlerden dahi zorlama yorumlarla evrimci manalar çıkarmaya çalışırlar.
Evrimle alakası kurulan çok sayıda âyet vardır. Fakat biz bunların tamamını vermeyeceğiz. Çünkü bunların birçoğunun evrimle uzaktan yakından alakası yoktur. Biz, daha ziyade en çok atıf yapılan ve nispeten evrimle alakası kurulabilecek âyetler üzerinde duracağız.
a) İnsan Sûresinin İlk Âyeti
هَلْ أَتَى عَلَى الإِنْسَانِ حِينٌ مِنَ الدَّهْرِ لَمْ يَكُنْ شَيْئًا مَذْكُورًا “Dehrin akışı içinde insanın üzerinden öyle zaman geçti ki, o dönemde onun adı bile anılmazdı.” (İnsan sûresi, 76/1)
Bazı ilahiyatçılar, “hînun mine’d-dehr” ifadesini “uzun bir zaman dilimi” şeklinde tercüme eder, bu uzun zaman dilimini, maymunsu canlıların evrimleşmesi sonucu ilk insan ortaya çıkıncaya kadar geçen zaman olarak açıklar ve dolayısıyla bu âyeti evrimin başlıca delillerinden biri olarak gösterirler. Ne var ki böyle bir izah şekli ne âyette zikredilen kelimelerin anlamlarına, ne âyetin bir bütün olarak ifade ettiği manaya, ne de siyak-sibak bütünlüğüne uygundur. Aşağıdaki izahlarda da görüleceği üzere âyetin evrimle hiçbir alakası yoktur.
İlk olarak “hînun mine’d-dehr” tabirinin “uzun bir zaman dilimi” olarak tercüme edilmesi doğru değildir. Maalesef bazı meallerde de aynı tercüme hatasını görmek mümkündür. Dehr lafzının ilk manası “mutlak zaman” demektir. (DİA, “Dehriyye”) وَقَالُوا مَا هِيَ إِلاَّ حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا يُهْلِكُنَا إِلاَّ الدَّهْرُ “Hayat, sadece bu dünyada yaşadığımız hayattan ibarettir: Ölürüz, yaşarız. Bizi yalnız dehr helâk eder.” (Câsiye, 45/24) âyetiyle, لاَ تَسُبُّوا الدَّهْرَ “Dehr’e sövmeyin.” hadisinde de dehr mutlak olarak zaman (veya zamanın akışı) anlamında kullanılmıştır.
Gerçi dehr dünya için kullanıldığında, onun yaratılışından yok oluşuna kadar geçen süreyi kapsar. “Dehru fulân” denildiğinde de bir insanın hayat süresini kapsar. Demek ki mutlak olarak zaman ve zamanın akışı anlamına gelen dehr kelimesi, kullanıldığı yere göre anlam kazanır. (Râgıb el-İsfehânî, Müfredâtü’l-Kur’ân, s. 319)
Kaldı ki âyet-i kerimede insan üzerinden geçen zaman “dehr” de değildir, dehr’den bir hîn’dir. Hîn lafzı ise hiçbir şekilde “uzun bir zaman dilimine” delalet etmez. Mesela Bakara sûresi 36, Âraf sûresi 24 ve Yunus sûresi 98’inci âyetlerde geçen “ilâ hîn”in manası “belirlenmiş bir süreye kadar” demektir. Hûd sûresi 5, Yusuf sûresi 35, Mü’minun sûresi 25, Rum sûresi 17 ve Zümer sûresi 42’inci âyetlerinde ise “hîn” lafzının belirli bir müddeti kapsadığı ve bunun çok da uzun bir zaman olmadığı oldukça açıktır. Dolayısıyla âyetin ifade ettiği mana, insan üzerinden “belirli bir zamanın” geçmiş olduğudur; bu zaman diliminin ne kadar uzun veya kısa olduğunu bilmiyoruz.
Öte yandan “ale’l-insân” lafzından anlaşılacağı üzere âyette ifade edilen bu zaman dilimi hayvanın, maymunun veya maymunsu daha başka canlıların değil, bizzat insanın üzerinden geçmiştir. Arapça’da “insan” denildiğinde bundan anlaşılan mana bellidir. Evrimcilerin anlayışına göre âyette geçen, “hînum mine’d-dehr” ibaresini, “ilk canlının oluşumundan insanın oluşumuna kadar geçen süre” olarak aldığımızda, bu süre insanın değil çeşit çeşit canlıların üzerinden geçmiş olur ki bu mana âyetin açık lafzına ters düşer. Çünkü âyet, henüz zikre değer bir varlık olarak görülmese de, insan üzerinden geçen bir zaman diliminden bahsetmektedir.
Bir sonraki âyet-i kerimede bunun hangi zaman dilimi olabileceğine işaret vardır: “Biz insanı katışık bir meniden yarattık. Onu denemek istiyoruz; bu sebeple de kendisini işiten ve gören bir varlık yaptık.” (İnsan sûresi, 76/2) Allahu a’lem, âyette zikredilen zaman dilimi, insanın anne karnında geçirdiği veya henüz anne karnına düşmeden element ve molekül hâlde tabiatta yer aldığı süredir. Gerek anne karnına düşmeden gerekse anne karnına düştükten sonra gerçekten de onun bir ismi yoktur ve henüz o, zikre değer bir varlık değildir. Çünkü onun bidayeti sadece elementlerden veya bir damla sudan ibarettir.
Anne karnına düşüp üzerinden haftalar, aylar geçtikçe yavaş yavaş “nutfe, alaka, mudga, kemik, et” (Mü’minûn sûresi, 14) safhalarından geçerek insan olma seviyesine doğru ilerler. Dolayısıyla evrimcilerin çıkardığı mana, âyetin siyakına da uygun değildir. (Bkz. Kurtubi, el-Câmi, 19/78)
Farz-ı muhal âyette geçen ifadeyi “çok uzun bir zaman dilimi” olarak anlasak bile yine de burada evrime işarette bulunulduğu iddia edilemez. Bu takdirde âyet, insan cinsinin evrenin yaratılışından çok sonra yaratıldığına ve bu uzun zaman dilimi boyunca, insanın biyolojik varlığı itibarıyla ne isminden ne de cisminden söz edilmediğine, onun sadece ilmî vücut olarak Allah’ın ilminde ve kader planında var oluşuna işaret etmiş olur. Hasan-ı Basri de bu âyetten yola çıkarak Allah’ın altı günde (devirde) karada ve denizdeki her şeyi yarattığını, Âdem’in yaratılışını ise sona bıraktığını ifade etmiştir.
Son olarak müfessirlerin bir çoğunun âyette geçen “insan” lafzını Hz. Âdem, insan üzerinden geçen süreyi de Hz. Âdem’in topraktan yaratılış aşaması olarak anladığını ifade etmek gerekir. Hz. Âdem’in çamurdan yaratıldıktan sonra kendisine ruh üfleninceye kadar kırk veya yüz yirmi yıl çamur hâlinde beklediği şeklinde bilgiler nakledilmiştir. (Bkz. Mustafa Öztürk, Kur’ân ve Yaratılış, s. 229)
Aslında İnsan sûresindeki ilk iki âyetin asıl maksadı, insana varlık sahasına çıkmadan önceki hiçliğini ve yokluğunu hatırlatmak, sonrasında da Allah’ın onu tek bir damla sudan nasıl yarattığına ve onu nimetleriyle nasıl serfiraz kıldığına işaret etmek suretiyle onun ders ve ibret almasını sağlamak ve onu şükre yöneltmektir. Meryem sûresindeki şu âyet de insanın dünyaya gelmeden önce mevcudiyetinin dahi bulunmadığını ve onun Allah tarafından varlık âlemine çıkarıldığını gösterir: “O insan hiç düşünmüyor mu ki, o hiçbir şey değilken Biz onu yaratıp var ettik?” (19/67)
b) Nûh Sûresinin 14. Âyeti
مَا لَكُمْ لاَ تَرْجُونَ لِلَّهِ وَقَارًا وَقَدْ خَلَقَكُمْ أَطْوَارًا “Neden acaba siz, sizi tavırdan tavıra yaratan Allah’ın büyüklüğünü kabul etmiyorsunuz?” (Nuh sûresi, 71/13-14)
İslâm açısından evrimin meşruiyetini savunan araştırmacıların en çok atıf yaptıkları âyetlerden biri de budur. Mesela Edip Yüksel 14. âyete, “Oysa sizi evrimler hâlinde yaratan O’dur.” şeklinde meal verir. Evrimciler âyette geçen “etvârâ” lafzını, “evrim merhalelerinden geçirerek” şeklinde yorumlar. Arapça’da evrimin karşılığı olarak kullanılan “tatavvur” kelimesinin âyette yer alan “tavır-etvâr” lafzıyla aynı kökten türemesini de buna delil gösterirler. Dolayısıyla onlara göre âyetin anlatmak istediği mana, Allah’ın, insanı, farklı canlıların kademe kademe evrimleşmesi neticesinde yarattığıdır.
Hâlbuki bütün müfessirlerin ittifakıyla âyette bahsedilen yaratma aşamaları, bir nutfeden (spermden) başlayan embriyonun, tam bir insan hüviyetini elde edinceye kadar anne karnında geçirdiği süreçlerdir. Nitekim başka bir âyette bu yaratılış aşamaları daha detaylı olarak şöyle açıklanır: “Şu bir gerçektir ki Biz insanı süzme çamurdan yaratırız. Sonra onu nutfe (sperm) hâlinde sağlam bir yere yerleştiririz. Sonra nutfeyi (rahim cidarına) yapışan bir hücreye, bunu da mudgaya, yani bir çiğnem et görünümündeki varlığa, mudgayı kemiklere dönüştürür, sonra da kemiklere et giydirip, derken yeni bir yaratılışa mazhar ederiz. İşte bak da Allah’ın ne mükemmel yaratan olduğunu bir düşün!” (Mü’minûn sûresi, 23/12-14)
Elmalılı Hamdi Yazır, şu izahlarıyla bu yaratılış aşamalarının inorganik maddelerden başlayıp tam bir insan şeklini kazanıncaya kadar nasıl devam ettiğine dikkat çeker: “Burada insan yaratılışının ferden ve cem’an geçirmiş olduğu tekâmül mertebelerine işaret buyurulmuştur ki, Ebussuud’un yazdığı üzere önce inorganik hâlde, sonra gıdalar hâlinde, sonra karışımlar hâlinde, sonra nutfe (sperm) hâlinde, sonra alaka (rahim cidarına yapışan hücre) hâlinde, sonra mudğa (et parçası) hâlinde, sonra izam (kemikler) ve lühum (etler) hâlinde, sonra da bambaşka bir hilkatte inşa etmiştir.” (Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, 8/269)
Bediüzzaman Hazretleri de bu âyeti şöyle yorumlar: “İnsan vücudu, hâlden hâle girdikçe hayret verici ve muntazam değişimler geçiriyor. Onun spermden kan pıhtısına, kan pıhtısından bir çiğnem ete, ardından ete-kemiğe, daha sonra da insan suretine dönüşmesi, gayet ince kanunların neticesidir. O safhalardan her birinde öyle hususi kanunlar, belli kaideler ve birbirini izleyen öyle hareketler vardır ki, ardındaki kasd, irade ve hikmetin cilvelerini cam gibi apaçık gösterir. İşte insan vücudunu bu şekilde yapan Hakîm Yaratıcı, onu her sene bir elbise gibi değiştirir.
O vücudun değiştirilmesi ve hayatının devamı için bozulup dağılan kısımların yerini dolduracak ve orada çalışacak yeni zerrelerin gelmesini sağlayan bir terkibe ihtiyaç vardır. İşte o beden hücreleri düzenli, ilahî bir kanunla öldüğünden, yine Cenâb-ı Hakk’ın muntazam bir kanunuyla tamir için rızıkları olan latif bir maddeyi isterler. Bedendeki uzuvların ayrı ayrı ihtiyaçları ölçüsünde, rızkın gerçek sahibi Allah da hususi bir kanunla onu bölüştürüp dağıtır.” (Bediüzzaman, Sözler, s. 569)
c) Nûh Sûresi 17. Âyet
وَاللَّهُ أَنبَتَكُمْ مِنَ الْأَرْضِ نَبَاتًا “Allah sizi yerden nebat bitirircesine bitirip yetiştirdi.” (Nûh sûresi, 71/17)
Evrimci Müslümanların, kendi görüşlerine dayanak olarak kullandıkları âyetlerden biri de budur. Onlara göre bu âyet, canlılığın insandan önceki evresinin bitkiler olduğunu, insanın nebati hayata sahip bir dönem geçirdiğini ve bitkiler âlemiyle bir akrabalığının söz konusu olduğunu söyler. Yani insanın, nebatî ve hayvanî etaplardan geçerek aşama aşama yaratıldığına işaret eder. Dolayısıyla da evrimin Kur’ânî delillerinden birini oluşturur. (Bkz. Abdülmecit Okcu, “Kur’ân ve Evrim Açısından Canlıların Oluşumu, Ekev Akademi Dergisi, 2013, sayı: 56, s. 165)
Oysaki bu âyetin de evrim teorisiyle uzaktan yakından bir alakası yoktur. Cenab-ı Hak, pek çok âyet-i kerimede olduğu gibi burada da ya Hz. Âdem’in ya da bütün insanların topraktan yaratıldığını ifade buyuruyor. Her iki manayı anlamak da mümkündür. Bir sonraki âyet-i kerime bu manayı tekit eder: “Sonra sizi tekrar oraya gönderip, yine sizi oradan çıkaracaktır.” Yani Allah, insanı ölümle birlikte tekrar yarattığı toprağa iade edeceğini ve ardından onu topraktan ikinci kez çıkaracağını ifade buyuruyor.
Bu âyetlerin bir benzeri de Tâhâ sûresinde geçer: “Sizi topraktan yarattık, (ölümünüzle) sizi oraya döndüreceğiz ve sizi bir kere daha oradan çıkaracağız.” (Tâhâ sûresi, 20/55) Aynı şekilde Hûd sûresindeki şu âyet-i kerimede de insanın yerden yaratıldığı anlatılır: “Sizi topraktan yetiştirip yaratan, sizi orada yaşatan O’dur.” (Hûd sûresi, 11/61)
Nûh sûresindeki “enbete (yetiştirdi, bitirdi)” fiili yerine bu iki âyette “halaka (yarattı)” ve “enşee (inşa etti, yarattı)” filleri kullanılmıştır. Esasında tefsirciler enbete fiiline de yaratma manasını vermişlerdir. Burada enbete fiilinin tercih edilmesinin sebebi, yaratmanın güzelliğine ve kemaline dikkat çekmektir.
Âyetin sonunda geçen “nebâtâ” ifadesi için iki farklı mana verilmiştir. Bazıları bunun “inbâtâ” manasına delalet eden bir mef’ul-ü mutlak (fiilin manasına kuvvet kazandıran bir mef’ul) olduğunu belirtmiş, bazıları da “bitki” manası vermiştir. Bu ifadeyi, Hz. Meryem’in yaratılışını anlatan, وَأَنْبَتَهَا نَبَاتًا حَسَنًا “Rabbi onu pek güzel bir tarzda yetiştirdi.” (Âl-i İmrân sûresi, 3/37) âyetiyle birlikte düşünecek olursak, burada bir bitkiden değil, yaratmanın güzelliğinden bahsedildiğinin açık olduğu görülür. Çünkü Hz. Meryem’in bitkiden insana evrimleşmediği kesindir.
d) Kasas Sûresi 68. Âyet
وَرَبُّكَ يَخْلُقُ مَا يَشَاءُ وَيَخْتَارُ مَا كَانَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ سُبْحَانَ اللهِ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ “Senin Rabbin dilediğini yaratır, dilediğini seçer. Onların ise seçme hakları yoktur. Allah, onların uydurdukları şeriklerden münezzehtir, yücedir.” (Kasas sûresi, 28/68)
Evrimciler bu âyette geçen “seçme” ile doğal seleksiyon arasında bir irtibat kurar ve seleksiyonun Kur’ânî bir tabir olduğunu söylerler. Fakat onlara göre bu seçimi yapan tabiat değil, Allah’tır. Yani canlılar, doğal bir seçimle değil, ilahî bir seçimle evrimleşmektedir. Bazıları ise doğal seçilimi kabul eder ve bunu Allah’ın tabiata koyduğu bir yasa olarak görür.
Evrimciler bu âyetin yanı sıra Fâtır sûresinde geçen şu âyeti de doğal seleksiyona delil getirirler: “Hamd, gökleri ve yeri yaratan, ikişer, üçer ve dörder kanatlı melekleri elçiler kılan Allah’ındır; O, yaratmada dilediği arttırmayı yapar. Şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir.” (Fâtır sûresi, 35/1) Evrimcilere göre bu âyette Allah’ın yaratmada dilediğini arttırmasının anlamı da canlıların evrimleşmesiyle ilgilidir.
Kasas sûresinde geçen âyetin sebeb-i nüzulü olarak Velid b. Muğire’nin şu sözü gösterilir: “Bu Kur’ân’ın, iki şehrin birindeki büyük bir adama indirilmesi gerekmez miydi?” (Zuhruf sûresi, 43/31) Yüce Allah, bu âyet-i kerimede Velid b. Muğire ve onunla aynı düşüncede olan müşriklerin göz ardı ettikleri bir gerçeğe dikkat çekiyor: O da peygamber seçiminin tamamıyla Allah’ın elinde olmasıdır. Zalim yöneticiler ve despotlar değişik makam ve mevkileri ele geçirebilir ve bunları haksızca diledikleri kişilere verebilirler. Fakat nübüvvet tamamıyla Allah’ın takdirindedir. Allah dilediğini yarattığı gibi, dilediklerini de -mutlak bir ilim ve hikmete binaen- peygamber seçer. Kimsenin bu konuda O’na ortak olma şansı ve yetkisi yoktur.
Fâtır sûresinde yer alan, Allah’ın yaratmada dilediği arttırmayı yapması şeklinde meal verilen يَزِيدُ فِي الْخَلْقِ مَا يَشَاءُ lafzı da çok geniş bir anlam yelpazesine sahiptir. Ali Bulaç, ilgili âyetin tefsirinde şu bilgileri verir: “Ayetin mutlak olduğunu söyleyen Zemahşeri, ‘Yaratılıştaki her artış buna dâhildir.’ der.
Endamlı boy, orantılı yüz, vücut bütünlüğü, güç, iyi çalışan akıl, sağlam görüş-sağduyu, cesaret, müsamaha/hoşgörü, geniş yürek, ufku açık zihin, etkili üslup, akıcı dil, pratik zekâ vs. Kısaca şanı Yüce Allah dilediğinde yarattığı bütün nimetleri, lütuf ve ihsanları, maddi ve tabii zenginlikleri, refah ve mutluluğu, güvenlik ve özgürlüğü, adalet ve ahlâkî erdemleri arttırır, bunları birer rahmet olarak varlıkların ve insanların üstüne yayar.” (Ali Bulaç, Kur’ân Dersleri, 4/533)
Bütün bu manaları bir kenara bırakarak, delilsiz ve mesnetsiz bir şekilde söz konusu âyetlerden evrim teorisi çıkarmaya çalışmak fazlasıyla zorlama yorumlardır.
e) Bakara Sûresi 30. Âyet
وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُوا أَتَجْعَلُ فِيهَا مَنْ يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاءَ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ “Hani Rabbin, Meleklere, ‘Muhakkak ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim.’ demişti. Onlar da, ‘Biz seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kan dökecek birini mi var edeceksin?’ dediler. (Allah) ‘Şüphesiz sizin bilmediğinizi ben bilirim.’ dedi.” (Bakara sûresi, 2/30)
Evrimi kabul edenlerin evrime delil sadedinde zikrettikleri diğer bir âyet de budur. Onlara göre meleklerin, “Orada bozgunculuk çıkaracak ve kan dökecek birini mi var edeceksin?” demelerinin sebebi, Hz. Âdem’in vahşi atalarının yani hominid denilen insansı yaratıkların yeryüzünde yaptıkları bozgunculuk ve fesattır. Yani evrimcilere göre bu âyet, Hz. Âdem’den önce yeryüzünde yaşayan insansı varlıklara işaret eder. Güya melekler, onların hayatlarını bildikleri için, Hz. Âdem’in de onlar gibi olacağından endişe etmişlerdir.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki “bozgunculuk yapma” ve “kan dökme” gibi yıkıcı fiiller, Hz. Âdem’den önce yaşamış ve henüz yeterince evrimleşememiş yarı vahşî varlıklara mahsus değildir. Zira insanoğlu Hz. Âdem’den bu yana meleklerin endişesini haklı çıkarak dünya kadar zulüm ve vahşetler işlemiştir. Hatta günümüzde yaşayan insanların hayatına bakıldığında da fitne, fesat, bozgunculuk, cinayet, soykırım ve işkence gibi insanlık dışı bütün kötü fiillerin hâlâ devam edip gittiği görülür. İnsanlığın onca ilerlemesi ve medenileşmesi de maalesef onun tahrip edici yönünü değiştirememiştir. Dolayısıyla fesat sadece maymunsu veya insansı varlıklara değil, bilakis insana has bir özelliktir.
Burada, meleklerin insanoğlunun bu negatif özelliklerini nasıl bildikleri şeklinde bir soru akla gelebilir. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki icaz, yani az kelimeyle çok şey anlatma Kur’ân âyetlerinin genel bir özelliğidir. Pek çok Kur’ân kıssası anlatılırken konunun özü açısından çok da önemli olmayan detayların atlandığı ve bunların insan zihnine havale edildiği görülür. Dolayısıyla bu kıssada da Allah’la melekler arasında geçen daha başka konuşmalar olabilir. Allah, meleklere, insanoğlunun yapacağı zulüm ve fesadı bildirmiş ve bunu işiten melekler de şaşkınlıkla yukarıdaki soruyu sormuş olabilirler.
Nitekim İbn Kesir’in, İbn Abbas ve İbn Mes’ud gibi sahabenin önde gelenlerinden naklettiği şu rivayette meleklerin, yeryüzünde yaratılacak varlık hakkında önceden bilgilendirildikleri anlaşılmaktadır: “Allah, meleklere, ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım dedi.’ Melekler de, ‘Ey Rabbimiz bu halife ne olacak?’ dediler. Bunun üzerine Allah şöyle cevap verdi: Onun yeryüzünde fesat çıkaran, birbirini kıskanan ve birbirini öldüren evlâtları olacak.” (İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azîm, 1/217-218)
Kur’ân Yolu tefsirinde şöyle bir ihtimal üzerinde de durulur: “Âdem’in yaratılışını müşahede etmişler, onun maddî ve mânevî özelliklerini görüp bilmişler ve bu özellikleri taşıyan bir varlığın hem iyi hem kötü işler yapabileceğini, onun yapısından ve tabiatından çıkarmışlar, buna dayanarak sorularını sormuşlardır.” (1/104)
Müfessirlerin bu konuda üzerinde durdukları diğer bir açıklama da, Hz. Âdem’den önce yeryüzünde cinlerin yaşadığı ve meleklerin de onlar hakkında elde ettikleri bilgiden yola çıkarak böyle bir soru sorduklarıdır. Hicr sûresinde geçen şu ayet-i kerime de cinlerin insanlardan daha önce yaratıldıklarını gösterir:
“Andolsun, insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık. Cinleri de (insanlardan) daha önce, zehirli ateşten yaratmıştık.” (Hicr sûresi, 15/26-27)
İbn Atıyye, İbn Abbas’tan şöyle bir nakilde bulunur: “Âdemoğlundan önce yeryüzünde cinler vardı. Orada fesat çıkardılar, kan döktüler. Allah da onların üzerinde meleklerden bir taife gönderdi. Melekler onları öldürmeye başladılar. Kalanlar dağ başlarına, denizlerdeki adalara kaçtılar. Onlardan sonra Âdem ve nesli onların yerine geçti.” (İbn Atıyye, el-Muharraru’l-vecîz, 1/117)
Bu konuda üzerinde durulan diğer bir ihtimal de meleklerin insanoğlunun yeryüzünde işleyecekleri kötülükler hakkındaki bilgiyi Levh-i Mahfuz’dan öğrendikleri şeklindedir. Zira,
- “Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır.” (Hadid sûresi, 57/22);
- “Gökte ve yerde gizli hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta yer almasın.” (Neml sûresi, 27/75);
- “Biz her şeyi, apaçık bir kitapta tespit edip korumuşuz.” (Yâsin sûresi, 36/12) âyetlerinin de açıkça beyan ettiği üzere, insanoğlu yaratılmadan önce onunla ilgili bütün bilgiler Levh-i Mahfuz’da kaydedilmiştir.
Allah’ın, “Muhakkak ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim.” sözünden anlaşılan mana da o güne kadar yeryüzünde böyle bir canlının bulunmadığıdır. Meleklerin, bu olayı hayretle karşılayıp hikmetini anlamaya çalışmaları da o güne kadar insan türü hakkında bilgi ve tecrübe sahibi olmadıklarını göstermektedir. Sırf meleklerin bu sorusundan yola çıkarak, âyette geçen Allah’ın halife yaratma fiilini, insanın maymunsu canlılardan evrimleşmesi şeklinde tevil etmek delilden yoksun bir yorumdur.
f) İnsanoğlunun Hilafeti
Evrimciler yukarıda geçen Bakara sûresindeki âyette ve daha başka âyetlerde (En’âm sûresi, 6/165, A’râf sûresi, 7/69, Yunus sûresi, 10/14; Sa’d sûresi, 38/26;) Hz. Âdem ve insan türü için kullanılan “halife” lafzından da kendi teorileri adına pay çıkarır ve insanoğlunun hominidlerin halifesi olarak yaratıldığını iddia ederler. Ne var ki insanın hilafet sahibi olması, sürekli medih ve minnet makamında zikredilir. Bu, insanoğlu için büyük bir şeref kaynağı olarak takdim edilir.
Maymunsu canlıların halifesi olmayı, aklı başında hiç kimse bir övgü ve şeref vesilesi olarak görmeyecektir. Bu sebeple insan, maymunsu varlıkların değil, Allah’ın halifesidir. O, yeryüzünde, Allah adına tasarrufta bulunacak bir varlıktır.
Görüldüğü üzere buradaki hilafetten kastedilen mana, sadece bir başkasının yerine geçerek onun halefi olma değildir; bilakis yeryüzünde egemen olma ve hüküm sürme yetkisine sahip olmadır. İslâm Ansiklopedisinde de Hz. Âdem’in halife olması şöyle izah edilir: “Daha tutarlı ve genel kabul gören bir görüşe göre bu kelime, ‘daha önceki bir insan topluluğunun halefi, onların yerini alan’ mânasında değil, ‘Allah’ın vekili, yeryüzünde O’nun hükümlerini yaşatan, uygulayan, dünyayı imar, insanları idare ve terbiye eden, dünyadaki diğer bütün canlılardan üstün olan, onları emri altına alan’ anlamında kullanılmıştır.” (DİA, “Âdem”)
Hâsıl-ı kelam insanın halife olarak yaratılmasıyla evrim teorisi arasında bağ kurmanın hiçbir meşru temeli yoktur.
Hz. Âdem’in ilk insan oluşuna Kur’ân’da delil var mıdır?
Kur’ân’a göre evrimin mümkün olup olmadığını anlamanın en başta gelen yolu, Hz. Âdem’in yaratılışını anlatan naslara yoğunlaşarak, onun ilk insan olarak mı yoksa önceki varlıkların bir devamı olarak mı takdim edildiğine bakmaktır.
Öncelikle şu hususun altını çizmekte fayda var: Hz. Âdem’in yaratılış kıssası, Kur’ân’ın farklı sûrelerinde zikredilen, en çok üzerinde durulan ve en detaylı anlatılan kıssalardan biridir. Kur’ân’ın, Hz. Âdem’in yaratılışı hakkında verdiği bilgiler bir bütün olarak göz önünde bulundurulduğunda, onun ilk insan olduğunda ve topraktan yaratıldığında hiç bir şüphe bulunmadığı açıkça görülecektir. Buna karşılık Hz. Âdem kıssasına yer verilen onlarca âyette, onun yeryüzünde yaşayan hominidlerden veya maymunsu canlılardan evrimleştiğine dair değil açık bir beyan, ima ve işaret dahi bulunmaz.
Konuyla ilgili nasları verip bunların açıklamalarını yaptığımızda, insanlığın Hz. Âdem’den başladığına yönelik tespitin, şüpheye mahal kalmayacak ölçüde açık olduğu görülecektir.
a) Hz. Âdem’in Yaratıldığı Madde
Farklı âyetlerde, Hz. Âdem’in yaratıldığı madde, değişik terimlerle ifade edilmiştir. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz: Türab (toprak), mâ (su), tîn (çamur), sülâle min tîn (süzme çamur), tîn lâzib (yapışkan çamur), hamein mesnûn (şekillendirilmiş balçık), salsâl (kurumuş çamur), salsalin ke’l-fehhâr (pişirilmiş çamur). Kullanılan bu farklı kelimeler, yaratılış sürecinin farklı aşamalarına işarette bulunur. Yani bütün bunlar aslında aynı maddenin farklı aşamalardaki durumunu tanımlar. (Detaylı bilgi için bkz. Fahruddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, 8/243-244)
Konuyla ilgili âyetler ilk olarak bize mükemmel bir varlık olan insanın, nasıl basit maddelerden yaratıldığını ifade eder. Özellikle inkârcıların nazarlarını su, toprak ve çamur gibi son derece önemsiz ve değersiz maddelere çevirerek, bunların bir canlı vücuda getirmede tek başlarına bir tesirlerinin olamayacağını düşündürür. Böylece Allah’ın irade ve kudretinin üstünlüğüne, yaratmasındaki büyüklük ve ihtişama, O’nun emriyle en basit sebeplerin dahi nasıl muhteşem varlıkları meydana getirebileceğine dikkat çekilir. Ayrıca insana, biyolojik kökenini hatırlatarak, onu tevazu ve mahviyete; Allah’ın nimetlerini hatırlatarak da onu şükür ve ibadete davet eder.
Hz. Âdem’in yaratılış aşamalarıyla, insanın anne karnında geçirdiği aşamalar arasında ciddi bir benzerlik vardır. Allah, Hz. Âdem’i hiçbir ham madde ve süreç olmaksızın yokluktan bir anda da yaratabilirdi. Çünkü birçok âyette bildirildiği üzere O, bir şeyi yaratmayı murat buyurduğunda “Ol!” der ve o da oluverir. (Bakara sûresi, 2/117) Fakat Allah’ın yaratması her zaman yokluktan varlığa çıkarma şeklinde olmaz. Bazen de var olan maddelere yeni bir şekil ve kıvam vererek yaratır. İşte Hz. Âdem’in yaratılması da bu şekilde gerçekleşmiştir. Hiç şüphesiz insanoğlunun, sebeplere riayet etme adına bu ilahî fiilden çıkaracağı önemli dersler vardır.
Hz. Âdem’in yaratıldığı madde üzerinde duran âyetlerin konumuz açısından asıl önemi, ilk insanın topraktan yaratılmasının ayrıntılı bir şekilde tasvir edilmesine rağmen, hiçbir şekilde evrime imada bulunulmamış olmasıdır. Bu sebeple İslâm Ansiklopedisinin konuyla ilgili yaptığı şu izah önemlidir: “Âdem’in herhangi bir başka canlıdan tekâmül sûretiyle değil, topraktan ve tamamıyla bağımsız bir canlı türün ilk atası, yeryüzünde, öteki bütün canlı ve cansız varlıkların aksine, yükümlü ve sorumlu tutulan ve bunun için gerekli mânevî, ahlâkî, zihnî ve psikolojik kabiliyetlerle donatılmış bir varlık olarak yaratıldığı, tartışmaya yer vermeyecek şekilde açıklanmıştır.
Bu sebepledir ki insanın yaratılışının bu özel yanını bütünüyle reddederek onu bayağı canlılar seviyesine indiren teorileri İslâm inançları ile bağdaştırmak mümkün değildir.” (Süleyman Hayri Bolay, “Âdem”, DİA, 1/358-363)
b) Hz. İsa ve Hz. Âdem’in Yaratılışlarındaki Benzerlik
Âl-i İmrân sûresinde geçen şu âyet de Hz. Âdem’in anne-babasız bir şekilde yaratıldığını sarih olarak beyan eder: “Allah yanında İsa’nın durumu, aynen Âdem’in durumu gibidir. Allah Âdem’i topraktan yaratıp ‘ol’ dedi, o da derhal oluverdi.” (3/59)
Bu âyetin nüzul sebebi hakkında şu bilgiler verilir: “Necran heyetiyle Hz. Peygamber arasında Hıristiyanların inanç esasları konusunda bir tartışma cereyan etmiş, bu tartışma sırasında heyettekilerden kimi Hz. İsa’dan “Tanrı’nın oğlu” kimi de “üçün üçüncüsü” şeklinde söz etmişlerdi. Burada, Hz. İsa’nın bir insan olduğuna ve ilâhî iradenin bu yönde olduğu bilindikten sonra onun babasız dünyaya gelmesinin yadırganacak bir husus olmaktan çıkması gerektiğine, Hz. Âdem örneğine değinilerek dikkat çekilmektedir.” (Kur’ân Yolu, 1/586)
Bu âyette Hz. İsa’nın babasız dünyaya gelişini dillerine dolayan veya aklen mümkün görmeyen kişilere Hz. Âdem misal gösterilir. Hz. Âdem’in hem anasız hem de babasız dünyaya geldiği kabul edildiği takdirde, Hz. İsa’nın babasız dünyaya gelmesini kabul etmek çok daha kolay hale gelecektir. Nesefi, âyeti şöyle yorumlar: “O, Âdem’i topraktan herhangi bir ana babanın aracılığı olmaksızın yarattı. İsa’da da durum böyledir. Hem ana hem de baba olmaksızın dünyaya gelmek, bir baba olmadan dünyaya gelmekten daha garip ve mucizedir. Garip bir şey daha garip bir şeyle kıyaslanmıştır ki muhalifler için kesin bir delil olsun ve onların şüphelerini kökünden kesip atsın.” (Nesefî, Medârikü’t-tenzîl, 1/260)
Hz. Âdem’in ilk insan olması ise başta semavî din mensupları olmak üzere insanlığın büyük çoğunluğu tarafından kabul edilen bir gerçektir. Böyle olmasaydı Kur’ân, Hz. İsa’nın mucizevi yaratılışını insanlara kabul ettirmek için Hz. Âdem’i misal vermez, yani bilinmeyen bir gerçeği başka bir bilinmeyenle açıklamaya çalışmazdı. Darwin’e kadar insanlık Hz. Âdem’i “baba” olarak tanımış ve bu yüzden ona insanlığın babası manasına “ebu’l-beşer” demişlerdir. Darwin’den sonra ise insanlığın babası olarak maymunsu varlıklar gösterilmeye başlanmıştır.
Bu âyet, evrimi reddeden en önemli naslardan biridir. Çünkü burada Hz. İsa gibi Hz. Âdem’in de mucize eseri dünyaya getirildiği açıkça beyan edilir. Şayet Hz. Âdem’in kendisinden geldiği anne-babası ve ataları bulunsaydı, onun Hz. İsa ile kıyaslanması tamamıyla anlamsız hâle gelirdi. Hâlbuki âyetin anlatmak istediği mana şudur: Âdem’i anne-babasız yaratan Allah, İsa’yı da sadece babasız yaratmıştır. Ne diye bunu inkâr ediyorsunuz?
Öte yandan Allah, Hz. İsa ile insanlığa ilk yaratılışı bir kere daha hatırlatmış, kudretinin üstünlüğünü ve yaratma fiili için sebeplere ihtiyaç duymadığını göstermiştir.
c) Hz. Âdem’e Ruhundan Üflemesi
Üç farklı âyet-i kerimede nefha-i ilâhîden bahsedilir. Bunların ilki şu âyettir: “Hani Rabbin meleklere, ‘Ben, demişti, kuru çamurdan, şekillenmiş bir çamurdan bir beşer yaratacağım. Bu itibarla, Ben onu düzenlediğim, insan şekline koyduğum ve içine ruhumdan üflediğim zaman, derhal onun önünde secdeye kapanınız.” (Hicr sûresi, 15/28-29)
İkinci âyet-i kerime şöyledir: “(Allah), yarattığı her şeyi güzel ve muhkem yapıp, insanı yaratmaya çamurdan başladı. Sonra onun neslini, önemsiz bir suyun özünden (meni) üretti. Sonra ona en uygun şeklini verdi, ona ruhundan üfledi ve sizin için kulaklar, gözler, gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz!” (Secde sûresi, 32/7-9)
Üçüncü âyet ise şu şekildedir: “Bir vakit Rabbin meleklere, ‘Ben, çamurdan bir beşer yaratacağım. Onu iyice biçimlendirip ona Ruhumdan üfleyince, hep birden ona (inkıyad) secdesi ediniz.’ Meleklerin hepsi secde ettiler. Lâkin İblis secde etmedi. O kibirlendi ve kâfirlerden oldu. Allah buyurdu: ‘İblis! Benim ellerimle yarattığım mahlûkuma neden secde etmedin? Gururlandın mı, yoksa kendini çok yükseklerde mi görüyorsun?” (Sâd sûresi, 38/71-75)
Bu âyetlerde Cenâb-ı Hakk’ın, Hz. Âdem’i çamurdan yarattıktan sonra ona ruhundan üflediğini bildirilmesi de onun ilk insan olduğunu gösterir. Çünkü müfessirlerin de belirttiği üzere bu ibareden anlaşılan açık ve öncelikli mana, inorganik maddelerden yaratılan insana ruhun verilmesi, yani onun cansız bir varlıktan canlıya döndürülmesidir. Cenab-ı Hakk’ın ruhu kendine nispet etmesinin birinci sebebi, yaratmanın ve hayat vermenin sadece Allah’a has olduğunu beyan etmek, ikinci olarak da insanoğlunu şereflendirmektir (izafet-i teşrif). Bu tıpkı beytullah (Allah’ın evi), nâkatullah (Allah’ın devesi) veya halîfetullah (Allah’ın halifesi) demek gibidir. (Ebu Hayyân, el-Bahru’l-muhtît, 6/476-477)
Ayrıca Secde sûresindeki âyet-i kerimede Cenâb-ı Hak, “İnsanı yaratmaya çamurdan başladı. Sonra onun neslini, önemsiz bir suyun özünden (meni) üretti.” buyurmak suretiyle, Hz. Âdem’le diğer insanların yaratılışını net olarak birbirinden ayırmış, Hz. Âdem’i topraktan, onun neslini ise insanlarca önemsiz görülen bir sudan, yani spermle yumurtanın birleşmesinden yarattığını haber vermiştir. (Taberî, Câmiu’l-beyân, 20/172)
Şu âyet-i kerimede de Hz. Âdem ile diğer insanlar arasındaki yaratılış farkına işaret edilir: “Konuşma esnasında arkadaşı bu şahsa şöyle dedi: ‘Ne o, yoksa sen, senin aslını topraktan, sonra da bir damla meniden yaratan, bilahare de seni böyle tam mükemmel bir insan şekline getiren Rabbini mi inkâr ediyorsun?” (Kehf sûresi, 18/37; Ayrıca bkz. Mü’min sûresi, 40/67; Hac sûresi, 22/4) Müfessirlere göre topraktan yaratılan Hz. Âdem, nutfeden yaratılan ise onun neslidir. Diğer bir yoruma göre ise ayet-i kerime her bir insanın aslının da topraktan geldiğine işaret eder.
Secde sûresinde geçen, “Sizin için kulaklar, gözler, gönüller var etti.” ifadesi de, bütün bu organların ilk yaratılışla birlikte oluştuğunu gösterir. Şayet insan, maymundan veya maymunsu daha başka canlılardan gelmiş olsaydı, Cenab-ı Hakk’ın böyle bir makamda bu organları zikretmesi uygun düşmezdi. Çünkü zaten diğer hayvanlar da bu gibi organlara sahip bulunuyorlardı.
Burada “İnsanın yaratmasına başladı.” ifadesi de dikkat çekicidir. İlk insanın öncüsünün olmadığına işaret eder. Aynı şekilde ilk âyette geçen, “Ben, kuru çamurdan, şekillenmiş bir çamurdan bir beşer yaratacağım.” ifadesi de o güne kadar yeryüzünde beşer adına bir varlığın bulunmadığını, Allah’ın ilk insanı yaratacağını ve onu da daha başka canlıların sülbunden değil, topraktan var edeceğini açıkça ortaya koyar.
Her iki âyet-i kerime de Hz. Âdem’in menşeinin sürüngen, kuş, maymun gibi herhangi bir hayvana veya daha başka bir insansı varlığa dayanmadığını, bilakis onun herhangi bir anne-baba olmaksızın doğrudan inorganik maddelerden süzülen bir özden yaratıldığını ve sonrasında da Allah tarafından kendisine canlılık verildiğini şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikte izah eder.
Sâd sûresinde geçen, “Benim ellerimle yarattığım mahlûkuma neden secde etmedin?”ifadesi de üzerinde durulmaya değer. Zira Cenab-ı Hak, Hz. Âdem’i “iki eliyle” yarattığını beyan etmek suretiyle onu bizzat kendisinin yoktan var ettiğini vurgulamıştır. Beydâvî, Cenab-ı Hakk’ın “İki elimle yarattım” ifadesini şöyle açıklar: “Onu, anne-baba gibi herhangi bir vasıta olmaksızın doğrudan kendim yarattım. İki elden söz edilmesi ise Âdem’in yaratılışındaki ek çabayı ve diğer varlıkların yaratılışından farklı ve benzersiz olmayı ifade etmek içindir.” (Beydavî, Evnâru’t-tenzîl, 5/34)
d) İnsanlığın Tek Bir Anne-Babadan Gelmesi
Birçok âyet-i kerimede insanlığın tek bir anne-babadan geldiğinin belirtilmesi de, insanoğlunun yarı maymun yarı insan diyebileceğimiz hominidlerden gelmediğinin ayrı bir delilidir. Konuyla ilgili âyet-i kerimeler şu şekildedir:
“Ey insanlar! Sizi bir tek kişiden yaratan ve ondan da eşini yaratıp o ikisinden birçok erkekler ve kadınlar türeten Rabbinize karşı gelmekten sakının.” (Nisâ sûresi, 4/1)
“O’dur ki sizi bir tek candan yarattı ve bundan da, gönlü kendisine ısınsın diye eşini inşa etti.” (A’râf sûresi, 7/189)
“Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizi tanıyıp sahip çıkmanız için milletlere, sülâlelere ayırdık.” (Hucurât sûresi, 49/13)
“O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerinden biri: Sizi topraktan yaratmış olmasıdır. Sonra dünyaya yayılmış beşeriyet haline geldiniz.” (Rûm sûresi, 30/20)
“İnsanı bir parça sudan yaratıp, soy ve evlilik bağından oluşan bir sülale hâline getiren de O’dur. Senin Rabbin her şeye kadirdir.” (Furkan sûresi, 25/54)
Bütün insanlığın kendisinden geldiği “ortak atanın” ilk iki âyette “tek bir nefis”, üçüncü âyette “tek bir erkek ile kadın çifti”, dördüncü âyette “toprak”, beşinci âyette de sudan yaratılan bir beşer olduğu belirtilmiştir. Aslında dört ifade tarzı da bütün insanlığın ilk erkek ve ilk kadın olan Âdem ile Havva’dan geldiğine işaret etmektedir. Yani evrimcilerin iddia ettiği gibi insanlık yeryüzünde yaşayan farklı hominidlerin sulbünden değil; kendisi topraktan eşi de ondan yaratılan Âdem ile Havva’dan gelmektedir. Burada geçen “tek bir nefis” ifadesi, açıkça atalar silsilesini reddetmektedir. Dolayısıyla Hz. Âdem ve Hz. Havva, farklı canlıların evrimleşmeleri neticesinde ortaya çıkan bir teselsül ve zincirin halkaları değil; başlı başına yaratılmış müstakil bir nevin ilk örnekleridir.
e) Hz. Âdem’in Cennet’te Yaratılması
Hz. Âdem’in yaratılış süreci ve şekliyle ilgili verilen bilgiler bunlarla sınırlı değildir. Bunların yanı sıra âyetlerde daha birçok detaya yer verilir. Bunlardan biri de Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın Cennet’te yaratıldıklarını bildiren âyetlerdir. Mesela Bakara sûresinde şöyle buyrulur: “Ve dedik ki: Âdem! Eşinle birlikte Cennet’e yerleşin, oradaki nimetlerden istediğiniz şekilde bol bol yiyin, sadece şu ağaca yaklaşmayın. Böyle yaparsanız zalimlerden olursunuz.” (Bakara sûresi, 2/35) Benzer ifadeler A’raf sûresine de tekrar edilir. (A’raf sûresi, 7/19)
Bazıları âyetlerde zikredilen Cennet’in, “dünyada bulunan bir bahçe” olduğunu iddia etmişlerse de, bu görüş ulemanın genel kabulüne mazhar olmamıştır. Cumhura göre Hz. Âdem’in yaratıldığı madde yeryüzünden alınmış olsa da (Tâhâ sûresi, 20/55), onun yaratıldığı ve ilk ikâmet ettiği yer Cennet olmuştur. Tâhâ sûresinde Hz. Âdem’e hitap eden şu âyetler de bu kanaati güçlendirmektedir: “Sen Cennet’te asla açlık çekmeyecek, asla çıplak kalmayacaksın. Orada asla susuzluk çekmeyecek ve güneşin kavurucu sıcağına maruz kalmayacaksın.” (Tâhâ sûresi, 20/118-119) Acıkmama ve susamama gibi özellikler dünyanın mahiyetine terstir.
Hadis kitaplarında da Hz. Âdem’in Cennet’te yaratıldığını gösteren rivayetler vardır. Mesela Buhari ve Müslim’de geçen Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği bir hadiste, Hz. Musa ile Hz. Âdem, berzahî vücutlarıyla karşılaştığı ve selâmlaştıklarında, ülü’l-azm bir peygamber olan Hz. Musa kemal-i hikmetle Hz. Âdem’e, “Ey Âdem, sen ki bizim atamızsın. Fakat bizi Cennet’ten çıkartmak suretiyle bize mahrumiyet yaşattın!” der. Bunun üzerine Hz. Âdem ona şöyle cevap verir: “Yâ Musa! Allah’ın, kelamı ile seçkin kıldığı bir kimsesin. Allah senin için eliyle (Tevrat’ı) yazdı. Öyle iken sen, Allah’ın beni yaratmasından kırk sene evvel üzerime takdir buyurduğu bir işten dolayı mı beni kınıyorsun?” (Buhârî, tefsîru sûre (20) 3; Müslim, kader 13)
Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın Cennet’te yaratılmış ve oraya yerleştirilmiş olmaları bütünüyle evrimci görüşleri boşa çıkarır.
f) Meleklerin Secdesi ve Şeytanın İtirazı
Allah, bütün meleklere ve şeytana Hz. Âdem’e secde etmelerini emretmesine rağmen, şeytan bu emre uymamış ve bunun gerekçesini de şöyle izah etmiştir: “Allah buyurdu: “Söyle bakayım, Sana emrettiğim hâlde, secde etmene mâni nedir?” İblis: “Ben ondan daha üstünüm; çünkü Sen beni ateşten, onu ise bir çamur parçasından yarattın.” (A’raf sûresi, 7/12)
İsrâ sûresinde de şeytanın öne sürdüğü mazeret benzer ifadelerle nakledilir: “Bir zaman meleklere, ‘Âdem’e secde edin!’ dedik, onlar da hemen secdeye kapandılar. Yalnız İblis secde etmeyip, ‘Çamurdan yarattığın kimseye secde mi ederim!’ dedi.”(İsrâ sûresi, 17/61)
Âyetlerde açıkça ifade edildiği üzere İblis’in Hz. Âdem’e secde etmemesinin sebebi, onun doğrudan topraktan yaratılmış olmasıdır. Şayet insan, maymunsu hayvanlardan yaratılmış veya başka canlı safhalarından geçmiş olsaydı, böyle bir pozisyonda İblis mutlaka secde emrine karşı gelmesinin mazereti olarak bunları da dile getirirdi. Çünkü onun asıl maksadı, kendisinin üstünlüğünü dile getirmekti. İblis’in öne sürdüğü tek mazeretin Hz. Âdem’in topraktan yaratılmış olması da Kur’ân’ın hiçbir şekilde evrim düşüncesine kapı aralamadığının ayrı bir delilidir.
g) Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın Yalnızlığı
Kur’ân’da anlatılan peygamber kıssalarına bakıldığında, bütün peygamberlerin karşısında onları yürüdükleri yoldan alıkoymaya çalışan müşrik ve kâfirlerin zikredildiği görülür. Bunun yanında bir de peygamberlere iman eden ve sahip çıkan inanmışlardan söz edilir. Hz. Âdem kıssasında ise oğulları dışında ne onun davasına sahip çıkan ne de onunla mücadele eden bir insan grubundan bahsedilir. Hz. Âdem’le uğraşan tek varlık şeytandır. Bu da Hz. Âdem’le birlikte başka insanların mevcut olmadığını gösterir.
İlk işlenen cinayet kıssasında kardeşi Habil’i öldüren Kabil’in onun cesedini ne yapacağını bilememesi ve Allah tarafından gönderilen bir kargadan bunu öğrenmesi de onun daha önce hiçbir ceset görmediğine ve defin olayına şahit olmadığına delalet eder. (Mâide sûresi, 5/30-31)
Aynı şekilde Hz. Âdem’e Cennet’e girmesi, oradaki nimetlerden istifade etmesi ve yasak olan ağaca yaklaşmaması gibi konularda hitapta bulunulurken hep müsenna (iki kişiye hitap) sigası kullanılır; hiçbir zaman çoğul bir siga kullanılmaz. Bu da aynı şekilde Hz. Âdem ile Havva’nın yanında başka birisinin bulunmadığını gösterir.
h) Hz. Âdem’e İsimlerin Öğretilmesi
Bakara sûresinde, “Allah, Âdem’e bütün isimleri öğretti.” (Bakara sûresi, 2/31) buyrulurken, Rahman sûresinde de şöyle buyrulur: “Rahman, Kur’ân’ı öğretti. İnsanı yarattı, ona konuşmayı öğretti.” (Rahmân sûresi, 55/1-4)
Bu âyetler de ilk yaratılan insana eşyanın isimlerinin, bu isimlerin delalet ettiği ilimlerin ve konuşma kabiliyetinin Allah tarafından öğretildiğini ve ilk insanın bunlarla mücehhez/donanımlı bir şekilde yaratıldığını gösterir. Dolayısıyla insanın, binlerce yıl içerisinde evrimleşe evrimleşe dil, konuşma, ilim gibi kabiliyetleri elde etmediğini, bilakis bunların ilk yaratılan insanla birlikte mevcut olduğunu bildirir. Allah Teâlâ, ilk insanı öğrenme ve konuşma kabiliyetiyle donatmıştır.
i) Hadislerde Hz. Adem’in Yaratılışı
Kur’ân âyetlerinin yanı sıra birçok hadis-i şerifte de Hz. Âdem’le ve onun yaratılış kıssasıyla ilgili bilgiler verilmiştir. Hadislerde geçen ifadelerin de genel itibarıyla âyetlerde bildirilenlerin tekid ve tafsilinden ibaret olduğu görülür. Yani âyetlerde olduğu gibi hadis-i şeriflerde de Hz. Âdem insanlığın ilk babası olarak takdim edilir ve hiçbir şekilde onun başka canlılardan geldiği yönünde bir ifade yer almaz.
Mesela Allah Resûlü (s.a.s), Mekke’nin fethi günü verdiği bir hutbede şöyle buyurmuştur: “İnsanlar Âdem’in çocuklarıdır, Âdem ise topraktan yaratılmıştır.”(Tirmizî, Menâkıb 74)
Ebû Dâvud ve Tirmizî’nin, Ebû Musa el-Eş’arî’den rivayet ettikleri şu hadiste ise mesele daha detaylı anlatılır: “Allah, Âdem’i yeryüzünün her tarafından aldığı bir miktar topraktan yarattı. Bu sebeple Âdemoğulları (renk ve tabiat yönünden) yeryüzü kadar değişik şekillerde vücuda geldiler. Onlardan kimi kızıl, kimi beyaz, kimi siyah, kimi de bunların karışımı (melez), kimi yumuşak, kimi sert, kimi kötü, kimi de iyi huylu olarak (dünyaya) geldi.” (Ebû Dâvûd, Sünnet 16; Tirmizî, Tefsîr 1-2)
Başka bir hadiste ise Hz. Âdem’in bir nefha-i ilahî olduğu, yani Allah’ın kendi ruhundan üflemesiyle onun hayat bulduğu belirtilir: “Allah, Âdem’e Kendi ruhundan nefhettiği zaman Âdem aksırıverdi. Ve arkasından, ‘El-hamdülillâhi Rabbilâlemin!’ dedi. Allah da ona, ‘Yerhamukellah!’ diye mukabelede bulundu.” (İbn Hibban, Sahih, 14/36)
Müslim’de geçen diğer bir hadiste de yine Hz. Âdem’in topraktan yaratılmasına işaret edilir: “Melekler nurdan yaratıldılar. Cinler yalın ateşten (alevden) yaratıldılar. Âdem ise (Kur’ân’da) size anlatılandan (topraktan) yaratıldı.” (Müslim, Zühd ve Rekâik 60)
NETİCE
Görüldüğü gibi Kur’ân ve Sünnet, Hz. Âdem’in yaratılışıyla ilgili oldukça detaylı bilgiler verir. Şayet o, ortak atalardan gelen bir varlık olsaydı, yani Allah insanı evrimle yaratmış olsaydı, Kur’ân mutlaka buna da işarette bulunurdu. Hatta işarette bulunmakla da kalmaz, böyle önemli bir olayı defalarca zikrederdi. Fakat âyetlerin hiçbirinde böyle bir konuda en küçük bir ima dahi yer almaz. Bilakis Kur’ân, ilk insanın varlık sahasına çıkışının Âdem ve Havva ile olduğunu pek çok ayette vurgular.
Evrimi kabul eden birisinin, burada zikredilen onlarca âyeti hakiki manalarının dışına çıkarmaksızın ve onları mecazi, iş’arî ve bâtınî manalarla tevile tâbi tutmaksızın onu savunması mümkün değildir. Ne var ki bir delil ve karineye dayanmaksızın âyetleri bu şekilde yorumlamak meşru bir tefsir metodu olarak kabul edilemez. Bu tür bir yaklaşım ile herkes Kur’an’a istediğini söyletmeye kalkışır. Lafzın manasında, hakikatten mecaze gidebilmek için karine ve alaka gerekir. Usûl-i fıkıh ilminde bunun kuralları verilir. Söz konusu durumda hakikatten mecaza geçebilmek için yeterli karine ve alaka yoktur. (Bkz. Ferhat Koca, “Mecaz”, DİA)
Netice itibarıyla Hz. Âdem’in yaratılış keyfiyetiyle ilgili verilen bilgilerin her biri evrimin karşısında önemli bir engel olarak durur ve ona geçit vermez. Bütün âyetler, ilk insanın yaratılışının, yani insanlığın başlangıcının, anne-baba gibi bütün vasıtaları devre dışı bırakarak tamamen mucizevi bir keyfiyette gerçekleştiğini anlatır. Hz. Âdem’in, daha önce yaşadığı iddia edilen maymunsu varlıklardan evrimleşerek insana dönüştüğüne dair Kur’ân’da hiçbir delil olmadığı gibi, bunun aksini gösteren onlarca âyet vardır.
*Bu yazı tr724.com sayfasından alınmıştır.