İçindekiler
Melek Kavramı
Melek kelimesi, sözlükte ‘haberci, elçi, güç ve kuvvet’ gibi anlamlara gelir. İslam terminolojisinde ise, ‘Allah tarafından yaratılmış, erkeklik ve dişilikleri olmayan ve Allah’a itaatten ayrılmayan latif ve nurani bir varlık’ olarak tarif edilir.
Meleklere İmanın Vücûbu
Melekler, bizim zahiri duyularımızla algılanabilecek maddi bir yapıya sahip olmamaları yönüyle gayb alemine ait varlıklardır. Bunun için de, haklarında duyularla değil, peygamberlerin verdikleri haberlerle bilgi sahibi olunur. Yüce Yaratıcı, gaybın son habercisi, son peygamberi Hz. Muhammed’e (sallallahu aleyhi ve sellem) vahyetmiş olduğu kitabında, bize meleklerden bahseder ve onların varlığına inanmayı iman esasları içinde zikreder:
“Peygamber Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, (buna) mü’minler de (iman ettiler). Her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler.” (Bakara suresi, 2/285)
Meleklere inanmayan kişi, ilgili ayetlerin hükmünü inkar ettiği için iman etmiş sayılmaz. Esasında meleklere inanmamak, dolaylı olarak vahyi, peygamberi, peygamberin getirdiği kitabı ve tebliğ ettiği dini inkar etmek anlamına gelir. Çünkü din, peygamberlere melekler aracılığıyla bildirilmiştir. Nitekim Kur’an’da şöyle buyrulur:
” … Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkar ederse, o artık tam bir dalalet içine düşmüş demektir.” (Nisa suresi, 4/136.)
Meleklerin Varlığı, Mahiyeti ve Özellikleri
Kainatta çok küçük bir yer işgal eden gezegenimizde binlerce çeşit hayat ve yaşama şekli mevcuttur. Tam bu noktada akla şöyle bir soru gelebilir: Acaba, yeryüzünde vaziyet böyle iken, dünyadan çok daha büyük yıldızların, gezegenlerin ve sistemlerin kendi şartlarına uygun canlı ve şuurlu sakinleri var mıdır? Bu soruya bir çırpıda verilecek ‘hayır’ cevabı elbette ki yanıltıcı olacaktır.
Bütün hayat şartlarını sadece kendi dünyamızın hayat şartlarına kıyas edip diğer gezegen ve yıldızları şuur sahibi canlılardan hali/boş görmek hiç de makul değildir. Şu halde bilmediğimiz bu gibi mevzularda, bu sahanın uzmanları, özel donanımlı müstesna varlıklar olan peygamberler tarafından bizlere anlatılanlara inanmamız gerekir. Konuya, akla ufuk açabilecek temsili bir kıyas ile yaklaşmaya çalışalım:
Sayısız hazineleri ve eşsiz sanat harikaları bulunan bir Sultan düşünelim. Bu Sultan, emsalsiz diyebileceğimiz muhtelif saraylardan bir şehir kurmuş ve o muhteşem şehrin bir köşesinde de kulübe ebadında küçük bir ev/hane yaptırmıştır. Biz, bu küçücük binada büyük bir faaliyet ve hareket olduğunu bizzat gözlerimizle müşahede ediyoruz. Sonra gözlerimizi o muhteşem saraylara çeviriyoruz; fakat oralarda kimseleri göremiyoruz.
Bizim bu göremeyişimiz başlıca üç sebepten kaynaklanıyor olabilir:
Göz zaafımızdan, sakinlerinin bizden saklanışından, oralarda kimse olmayışından. Böylesine muhteşem bir şehirde ‘binlerce sarayın boş, sadece küçücük bir binanın binlerce canlıyla dolu’ oluşunu kabul manasına gelen son görüş, aklı başında birisinin kabul edebileceği bir görüş değildir. O halde ya göz zaafımız o sarayların sakinlerini görmemize manidir, yahut o sakinler bilemediğimiz hikmetlerle bizden gizlenmektedirler. İşte meseleyi zihinlere yakınlaştırma maksadına yönelik olarak arz etmeye çalıştığımız bu ‘muhteşem şehir’ örneğindeki küçücük bina, ‘dünya’mızdır. Bu şehirdeki büyük saraylar da dünyamızın dışındaki yıldızlar ve sistemlerdir. Şimdi bu örneğimizin ışığında düşünelim.
Kainat şehrinin ‘dünya’ isimli küçük bir noktasında/haneciğinde bin bir ışık, renk ve ses cümbüşüne ve de sürekli bir faaliyete şahit olup seyreden birisinin, o muhteşem yıldız saraylarını ‘boş’ zannetmesi doğru mudur? Elbette ki hayır. Zira oralarda da hayat vardır ve oraların da şuurlu sakinleri mevcuttur. Bizim onları görmeyişimiz onların olmamasını gerektirmez. Göremeyişimiz, ya bizim gözümüzdeki bir zaaftan ya da onların başka bir boyutta oluşlarındandır. Şu halde, meleklerin gözle görülmez, duyu organlarıyla algılanamaz oluşları, inkar edilmeleri için bir gerekçe olamaz. Zira onların görünmeyişleri, var olmadıklarından veya asla gorunmez olduklarından değildir. Bu, bizim onları görecek bir kabiliyet ve kapasitede yaratılmadığımızdandır.
Başka bir ifadeyle, meleklerin görünmeyişleri, onların bizim gözlem ve tecrübeye dayanan bilgilerimizin ilgi alanı dışında kalan fizik ötesi varlıklar oluşlarındandır. Bugün var olduğu ilmen ispat edilen veya hissedilen nice varlıklar vardır ki biz onları çıplak gözle göremiyoruz. Melekleri bize birçok özelliğiyle tanıtan Kur’an-ı Kerim, onların nasıl bir unsurdan yaratılmış oldukları hususunda bilgi vermez. Onlarla ilgili bu bilgiyi biz, Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) hadislerinde görmekteyiz. Bir hadis-i şerifte “Cinlerin ve şeytanların ateşten, Hz. A.dem’in topraktan/çamurdan, meleklerin ise, nurdan yaratıldığı” (Müslim, Zühd 10) bildirilir.
Melekler, öfke, kin, gazap, kıskanma ve haset gibi negatif duygulardan uzak olup, beşere ait diğer his ve meyillerden de korunmuşlardır. Dolayısıyla onlar için, isyan ve başkaldırma gibi herhangi bir günah söz konusu değildir. “Allah’ın kendilerine emrettiği şeylere isyan etmezler ve ne ile emrolunuyorlarsa onu yerine getirirler.” (Tahrim suresi, 66/6.)
İnsanların sahip oldukları yemek, içmek, erkeklik, dişilik, evlenmek, gibi fiil ve özelliklerden uzak (Bkz. Zuhruf suresi, 43/19; Saffat suresi, 37/49; Necm suresi, 53/27.) ruhani birer varlık olan meleklerin, makamları sabittir ve onlar için bir ücret de söz konusu değildir, ama, Allah namına işledikleri her emirde latif bir zevk ve hoş bir lezzetleri vardır. Allah’a karşı derecelerine göre feyiz (manevi bir keyif) alırlar.
Nurdan ibaret varlıklar olmaları yönüyle, ihtiyaç duydukları gıdalar da manevidir; zikir, tesbih, hamd ve Cenab-ı Hakk’a ait marifet ve muhabbet nurlarından lezzet alırlar ve O’na ibadet hususunda ne bir büyüklük duygusuna kapılırlar ne de yorulup usanırlar: “… O’nun huzurunda bulunanlar, O’na ibadet hususunda kibirlenmezler ve yorulmazlar. Onlar bıkıp usanmaksızın gece gündüz Allah’ı tesbih ederler.” (Enbiya suresi, 21/19-20)
Ayrıca melekler, kendilerine has latif ve nurani bir yapıya sahip olmaları sebebiyle hareket ve nüfuz keyfiyetleri son derece süratli ve mükemmel olan varlıklardır. Kur’an’da onların bu özelliklerini ifade sadedinde şöyle buyrulur:
“Melekler ve ruh, O(nun arşı)na -miktarı (dünya senesi ile) elli bin yıl olan- bir günde yükselip çıkarlar.”(Mearic suresi, 70/4)
“Gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer ve dörder kanatlı elçiler yapan Allah’a hamd olsun … “ (Fatır suresi, 35/1)
Gerek Kur’an’da gerekse hadis-i şeriflerde meleklerin kanatlarından söz edilir. Bu kanatların, içinde bulunduğumuz aleme ait varlıkların kanatlarıyla aynı olduğunu söyleyemeyiz. Meleklerin farklı bir boyutta hayat süren nurani varlıklar olduğu göz önünde tutulursa, bunları kuş veya uçak kanatları gibi maddi vasıflara konu etmenin doğru olmayacağı ortadadır.
Melekler, beşerin idrak vasıtalarıyla tanınamayacak bir yapıdadırlar. Şu halde bu kanatların mahiyetini ancak Allah ve onları gören peygamberler bilebilirler. Meleklerin kanatları hakkında bilinmesi gereken bir husus da şudur:
Bu kelimenin Kur’aıı’daki karşılığı ‘cenah’tır. Cenah ise sadece ‘kanat’tan ibaret olmayıp ‘yan, taraf ve hususiyet’ gibi manalara da gelmektedir. Bu cümleden olarak, Kur’an’da, / uli ecniha’ şeklinde geçen bu ifadeyi, güç ve sür’at gibi meleklere verilmiş olan hususiyetlerin çeşitliliği veya Allah katındaki dereceleri’ olarak anlamak da mümkündür.
Melekler, Allah’ın emir ve izni ile çeşitli şekillere girebilen varlıklardır. Melekler peygamberler tarafından hem asli şekilleriyle hem de, temessül etmiş oldukları başka şekilleriyle görülmüşlerdir. Mesela, Cebrail (aleyhissalatu vesselam) Hz. Meryem’e bir insan şeklinde görünmüştür. (Bkz. Meryem suresi, 19/16-17.) Hz. İbrahim’e (aleyhissalatu vesselam) bir oğul müjdesiyle gelen melekler de, insan şeklinde görünmüşlerdir. Hz. İbrahim onları misafir zannederek kendilerine yemek hazırlamış, fakat yemediklerini görünce korkmuş sonra da onların melek olduğunu anlamıştır.(Bkz. Hud, suresi 11/69-70.)
Bu ayetten meleklerin yiyip içmediği sonucu da çıkmaktadır. Keza, Cibril hadisi olarak bilinen, -iman, İslam ve ihsan kavramlarının tanımlarının yapıldığı- rivayette de belirtildiği gibi, Cebrail sahabiler tarafından insan şeklinde görülmüştür. (Müslim, İman 37; Ebu Davud, Sünnet 15)
Allah’ı İdrak Etme Açısından Melek ve İnsan Arasındaki Fark
İlahi azamet ve sırlara daha yakından şahit olmaları yönüyle melekler, Cenab-ı Hakk’ın Zat-ı Uluhiyetine ait hususiyetleri idrak mevzuunda insanlardan daha ileridedirler.
Bir diğer ifadeyle melekler, Allah’ın sıfat ve isimlerini bilme noktasında insanların önündedirler. Ancak insanlar, Allah’ın bütün isim ve sıfatlarını aksettiren cami’ /kapsamlı bir ayna olmalarından ötürü potansiyel değerleri itibarıyla meleklerden dahi ulvi sayılırlar.
Melekler, Yüce Yaratıcı’nın isim ve sıfatlarına sadece nurani/ruhani cepheleriyle ayna olabilecek bir yapıda yaratılmışlardır, insanlara gelince onlar, hem cismani hem de ruhani olmak üzere iki ayrı açıdan ilahi isim ve sıfatların tecellilerine mazhar olabilecek özelliklerle yaratılmışlardır.
İlave bilgi için:
Meleklerele İlgili Soru Cevaplar