Malumunuz olduğu üzere, “nazar” Arapça asıllı bir kelimedir; bakma, bakış, göz, fikir, düşünme, mülahaza, niyet, dikkat, iltifat, teveccüh gibi mânâlara gelmektedir. Araplar, göz değmesini “isabetül-ayn”olarak isimlendirmişlerdir. Nazar kelimesi Türkçe’de kem göz manasına kullanılmakta ve “nazara gelme“, “nazara uğrama“ve “nazar değme” gibi ifadelerle göz değmesi kastedilmektedir.
Kur’an-ı Kerim nazardan söz ederken açık ve kesin bir hüküm bildirmemekte, buna karşı hadisler, açık bir ifadeyle nazarın gerçek olduğunu haber vermektedir. Peygamber Efendimiz, “Nazardan Allah’a sığınınız. Göz değmesi gerçektir” (İbn Mâce, tıp 32; el-Hâkim, el-Müstedrek 4/239) buyurmuşlardır. Esma binti Umeys’den (ra) rivayet edildiğine göre kendisi: “Ya Resulullah! Cafer’in oğullarına cidden nazar değiyor, ben onlar için şifa dileğiyle okutturayım mı?” demiş. Rasulu Ekrem de: “Evet, lakin kader ile yarışan bir şey olsaydı, nazar onu geçerdi” diye cevap vermişlerdi. (en-Nesâî, es-Sünenü’l-kübrâ 4/365, 9/348; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr 24/142.)
Tefsircilerin çoğu, “Rabbi onu seçip iyilerden kıldı. Doğrusu inkâr edenler, zikri (Kur’an’ı) işittikleri vakit neredeyse gözleri ile seni yıkıp devireceklerdi. Bir de durmuşlar, o herhalde bir delidir, diyorlardı.” (Kalem, 68/50, 51) mealindeki âyette geçen “gözleriyle seni yıkıp devireceklerdi” sözünü “nazar” ile tefsir etmişlerdir.
Nazar ile kıskançlık arasında yakın bir münasebet vardır. Elmalılı Hamdi Yazır, bu münasebetle alakalı şöyle der:
“Kıskançlıklarından az daha Hz. Peygamber’i nazara uğratacaklar, aç ve kötü gözlerinin şerriyle ellerinden gelse onu helâk edeceklerdi. Demek ki, öfkenin bedende bir hükmü bulunduğu gibi, gözlerin de karşılarındakine bakışlarına göre iyi veya kötü bir hükmü vardır. Kimi elektrik gibi dokunur çarpar; mıknatıslar ve manyetize eder. Kimi de aldığı teessürle, hasedinden bir gayza düşer, türlü türlü su-i kasde ve hilelere kalkışır ki, maddî veya manevî hangisi olursa olsun hedefine vardığı zaman, isabet-i ayn değmesi veya nazar tabir olunur. Bunun hakkında uzun uzadıya sözler söylenmiş, inkâr edenler, ispat edenler olmuştur. Keyfiyeti ne olursa olsun isabet-i ayn vardır.” (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur’ân Dili 8/5305.)
Nazarın hak olduğunu kabul ettiğimize göre ondan nasıl korunabiliriz, denirse Efendimizin yaptığı duaları yapmak suretiyle diye cevap verebiliriz. Ebû Said el-Hudrî (r.a)’den rivayet olunduğuna göre: Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), “Cinlerin ve insanların nazarından Allah’a sığınırım” gibi dualarla cinlerin ve insanların nazarından Allah’a sığınırdı. Sonra Muavvezatân nazil olunca bu sureleri okumaya başladı. (Nesâî, istiâze 37; İbn Mâce, tıp 33)
Enes b. Mâlik’ten rivayet edildiğine göre Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Evinden çıkarken şu duâyı okuyan kişiye bu duâ kâfidir. O adam muhafaza altına alınır, şeytan da o adamdan uzaklaşıp bir kenara çekilir: Bismillâhi tevekkeltü alellâhi lâ havle velâ kuvvete illâ billâh – Allah’ın adıyla evimden çıkıyorum. Ben Allah’a tevekkül ettim, güç ve kuvvet sadece Allah’ın lütuf ve ihsânıyladır.” (Tirmizî, daavât 34; İbn Hibbân, es-Sahîh 3/104)
Ümmü Seleme’nin rivayetine göre ise Efendimiz evinden çıkarken şöyle derdi:
“Allah’ın ismini zikrederek çıkıyorum. Ben Allah’a tevekkül ettim. Allah’ım hata yapmaktan, yolumu şaşırmaktan, zulmetmekten, zulme uğramaktan, cahillikle başkasına bela olmaktan ve başkasının cahilce davranışıyla karşılaşmaktan sana sığınırım.” (Ebû Dâvûd, edeb 102; Nesâî, istiâze 30, 65; İbn Mâce, dua 18)
Osman b. Affan (r.a.) da Rasulullah’ın şöyle buyurduğunu nakletmektedir:
“Bir kul her günün sabahında, her gecenin akşamında üç defa şu şekilde duâ ederse, o kişiye hiçbir şey zarar veremez: Bismillâhi lâ yedurru me’asmihi şey’un fıl’ardı vela fı’ssemâi ve huve’s-semiul-alîm – O’nun adıyla hareket edip O’na sığındıktan sonra yerde ve gökte hiçbir şeyin zarar veremeyeceği Allah’ın ismiyle (sabahladım, akşamladım). O her şeyi işiten ve bilendir.” (Tirmizî, daavât 13; Ebû Dâvûd, edeb 100; İbn Mâce, dua 14)
Ayrıca, Hz. Âişe validemiz de Allah Rasulü’nün yatağına girdiğinde İhlâs, Felâk ve Nâs surelerini okuduğunu, iki eline üfleyip vücudunu sıvazladığını rivayet etmiştir. (Bkz.: Buhârî, fezâilü’l-Kur’ân 15, tıp 39; Tirmizî, daavât 22; Ebû Dâvûd, edeb 108.)
Bu genel malumattan sonra sizin sorunuzdaki hususa gelecek olursak; eğer Rabbimizle irtibatımız sağlam değilse, tam bir tevekkül ve teslimiyet içinde bulunmuyorsak, bu durum bizim için bir boşluk ve zırh aralığı demektir. Öyle anlarda, manevi kalkanımızda delikler açılmıştır ve bir hain okun isabet etmesine karşı korunmasız kalmışızdır.
İnsanın kendini övmesi, yapılan işleri kendi nefsine maletmesi ve bunu orada- burada, kötü ruhlu insanların yanında anlatması, sır bilmemesi, konuştuğu şeylerin neler olması gerektiğini düşünmemesi onu çepeçevre saran manevî kalkanda delikler açar. Böyle bir suiistimal karşısında Cenab-ı Hak, onu ya cezalandırır ve hizaya getirir; ya da kadrini bilmediği ve abarttığı o nimetleri elinden alır. Böyle bir akıbete düşmemenin çare-i yegânesi, Allah sığınmak, yeniden dönüp tecdid-i biat etmek, tevbede, inabede bulunmaktır.
Allah’ın âdât-ı Sübhâniyesi, vazettiği kanunları kimseye iltimas geçmez. Cenab-ı Hak, Peygamberine büyü yapılmasına bile müsaade etmiştir. Allah Teâlâ dileseydi, Peygamberimize büyü yapan adam daha tarağın dişlerini işleyeceği an eli kururdu da Efendimize sihir yapamazdı. Parmağının işaretiyle Kameri parçalayan Zat’a sihir yapılıyor… ve bize şu mesaj veriliyor: Bu hususta kendinize güvenmeyin. Gücünüz size kat’iyen yetmez. Devrilmemek için sürekli Allah’a dayanın, O’na sığının. Çocukların annelerine sımsıkı sarıldığı gibi -O’na sarılma keyfiyeti nasılsa işte o şekilde- Cenab-ı Hakk’ın rahmetine sımsıkı sarılın. “Aman beni Kendin’den uzaklaştırma! Sensiz edemem ben, ayakta duramam Sensiz…”deyin.
Kaynak: Gurbet Ufukları, “İnsanın Kendini Övmesi ve Nazar”