Görülünce ve haklarında düşünülünce Allahü Teâlâ’yı hatırlatan, onlara saygı göstermeye ve kulluk vazifelerini onlar vesilesiyle yapmaya davet edildiğimiz şeylere “şeâir” denir. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’de meâlen buyurur ki:
“Bu böyledir. Artık kim Allah’ın şeâirini tazim ederse, şüphe yok ki bu (hürmet), kalblerin takvâsındandır.” (Hac Suresi, 22/32)
Kur’ân-ı Kerîm, Ka’be-i muazzama, Peygamber Efendimiz (aleyhissalâtü vesselâm) ve namaz şeâirin en büyükleridir. Şeâirullahı sevmek demek, Kur’ân-ı Kerîmi, Peygamber Efendimizi (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem), Ka’be’yi ve namaz gibi ibadetleri, hattâ Allahü teâlâyı hatırlatan her şeyi sevmek demektir. Bunlara gösterilen saygı da, onlar hakkındaki kusurlar da, Allah’a karşı yapılmış sayılır.
Bir insan bilerek şeâirden birini tezyif ediyorsa küfre girer, bilmeyerek, kasıtsız bir tezyif varsa (bugün halk arasında faiz hakkındaki yorumlarda olduğu gibi) usulünce ikaz etmek, yumuşakça anlatmak gerekir. Bilerek tezyif edenler hakkında, iman esaslarının bilinmediği, inancın alabora olduğu bir dönemde olmamız hasebiyle, kâfir diye hükmetmekten ve buna ifadeye dökmekten kaçınmak gerekir. Zira şeâirden birini tezyif ediyordur ama bir taraftan da belki La ilâhe illallah diyordur.
Evet, içinde bulunduğumuz şu zaman; sabırla, insanlara usulünce iman hakikatlerini, ibadetleri anlatma ve temsil etme zamanıdır. Kimin küfre girdiğini, kime kâfir deneceğini seslendirme meselesi, biraz daha iman hakikatlerin bütün gönüllerde kök salacağı, ibadet zevkinin köpük köpük yaşanacağı dönemle alakalıdır.
Kaynak: Ümit Burcu, “Allah’ım Bizi Kendimize Getir!“