Kur’an’a ve Efendimiz’e sonsuz demenin hiçbir mahzuru yoktur. Biz hepimiz sonsuza, ebede namzetiz. Sonsuz olacağız bir gün. Bir şeyin sonsuzluğunun, kendinden olması başkadır, sonsuzluğun bir başkasıyla kıyamı başkadır. Hepimiz ölmemek üzere ahirette dirilmiyecek miyiz? Bize lutfedilen nimetlerin herbirisi sonsuzluğun bir tecelli dalga boyu olmayacak mı?
İşte, Efendimiz aleyhi ekmelüttehâyâ’nın nuru da, ezelden ebede kadar bütün alemleri tutmuştur; fakat, o nur kendi kendine ve kendinden değildir. Zat-ı ulûhiyete “vacib’ul-vücud” deniliyor; bu ifade, “varlığı kendinden” demektir. Cenâb-ı Hakk’ın varlığı vaciptir, mümkin değildir. Mahlukâta gelince, onlar “mümkin’ül-vücud”tur. Yani, onların vücuda gelmesi mümkündür; ama vücudu kendinden olan bir Zat, bir Hâlık-ı Mutlak onları vücut sahasına çıkarabilir.
Evet, Kur’an-ı Kerim’in de, Rasul-ü Ekrem aleyhisselam’ın da kayyumiyeti Hayy u Kayyûm’dan, ebediyeti Bâki-i zü’l-Celal’dendir. Onlar, Allah’ın varlığıyla kâimse şayet, hem Efendimiz ve hem de Kur’an sonsuzdur.
Biz de o sonsuzluğun peşinde koşuyoruz. Şu fânî hayatımızı, sonsuz, ebedî, tükenmeyen bir hayata çevirmek için gayret gösteriyoruz. Bu ifade de doğrudur ve bu şekilde söylenmesinde bir mahzur yoktur. Bazıları, “Sonsuz Nur” isimli kitabın Arapça tercümesindeki “Er-Risaletü’l-Hâlide” adını görünce rahatsız olmuşlar. Maalesef, arzetmeye çalıştığım hususu ve hepimizin ebede talip olduğumuz hakikatini kavrayamamışlar.
Kaynak: Kırık Testi 2: Sohbet-i Canan, Kur’an’ın Sihirli Ufku