Kâinâtta cereyan eden hiçbir hâdise tesadüfî değildir. Her hâdisenin zimamı Allah’ın elindedir. Ve Allah abes iş işlemekten münezzeh ve müberradır. Bu düşünce çizgisinde Üstad Bedîüzzaman’ın İzmir ve Erzincan depremi münasebetiyle yaptığı değerlendirmeler çok enfestir. Ona göre, o yerlerde küfür ve dalâlet almış başını gidiyor. Üstelik bu küfür ve dalâlete karşı koyacak ıslahçı bir güç de yok. Yani dinî tabirle “emr-i bi’l ma’ruf nehy-i ani’l münker” yapan bir zümre mevcud değil. Veya varsa bile çok az ve mağlup durumda. (Bediüzzaman, Sözler, 14.Söz, Zeyl). Tabir-i diğerle arzedecek olursak, din, imân, İslâm adına boyunduruk tamamiyle yere konmuş. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk deprem ile oraları sarsıyor; yani İlâhî ikazını yapıyor. Bu açıdan gerek deprem gerekse sair semâvî ve arzî bela ve musibetleri, İlâhî ikaz ve güçlü bir tembih edici şeklinde değerlendirmek çok önemlidir.
Ayrıca, musibetler ile ilgili şu husus üzerinde de durmakta fayda var. Umumî musibetlerde kötüler cezalarını çekiyor, fakat iyiler de ölüyor. Hz. Âişe Validemiz’in rivayet ettiği bir hadiste ifade edildiği gibi, “Bir ordu savaş için Kabe’ye doğru çıkacağı; Beyda denilen bir yerde bütünüyle helak olacağı” ifade buyrulur. Hz. Âişe Validemiz: “Ya Resûlallah nasıl olur da hepsi helak edilir. Oysa ki içlerinde onlardan olmayıp ticaret için çıkanlar da olabilir” der. Efendimiz ise: “Bütünüyle helak edilir ama niyetlerine göre diriltilirler” diye cevap verir.
Yani bir zararları, kayıpları olmayacak; iyi insanlar iyiliklerinin ve iyi niyetlerinin karşılığını göreceklerdir. Hatta bunların zayi olan malları bile sadaka olarak kabul edilecektir. Tabii öte taraftan da bu hâdise ile geride kalanlara çok etkili bir tenbih yapılmış oluyor ve bir toplum kendine geliyor, yaşayışında istikamete eriyor. Kaldı ki, bu kadar güçlü nasihat için, ciltler dolusu kitap okusanız, aylarca anlatsanız, milleti ayağa kaldırsanız, böyle bir hassasiyet meydana getirmeniz mümkün değildir.
Allah dostlarından bazıları da bela ve musibetlerin, aynı zamanda daha büyük musibetlere karşı bir paratoner olduğunu söylemektedirler. Yani Allah (cc) bir musibetle, başka gelecek musibetleri savar ve dolaylı yoldan insanlığa merhamet eder. Meselâ; bu tesbîte göre, Türkiye’nin 2. Dünya Savaşı’na katılmamasını değerlendirecek olursak; Türkiye 2. Dünya Savaşı’nda neredeyse Almanların yanında yer alacaktı, alacaktı ve kıl payı ile kurtuldu. Evet, Cenab-ı Hakk, Türkiye’yi düşmanlarının eliyle bu bâdireden kurtardı. Yoksa Almanlarla birlikte mağlup düştüğümüz zaman Türkiye, Ankara’ya kadar Rusya’nın elinde kalırdı ve akıbetimiz bugünkü Gürcistan ve Azerbaycan gibi olabilirdi.. hatta daha beteri de Türkiye’nin diğer yarısında da, Amerikan bayrağı dalganabilir ve Almanya’nın başına gelenler aynen bizim başımıza da gelebilirdi. İşte Allah, bir avuç kurbanla böyle bela ve musibeti savdıysa az şey kaybedilmiş, çok şey kazanılmıştır. Rusya’daki Müslümanların çektiklerine bakılınca, bizim çektiklerimiz birşey sayılmaz. Daha çok sıkıntı çekenlere bakıp değerlendirmeyi ona göre yapmalıyız. Ancak o zaman, “Her işinde, bir değil bin hikmeti vardır. Allah abes fiil işlemez” hakikatini daha iyi anlarız.
Kaynak: Fasıldan Fasıla II, “Musibetlerin Hikmetleri”