1) Onu öğrenmeye mecbur tutmadan, ailenin hal ve dil yoluyla, onun duygularına takdim ettiği derslerdir ki, çocuk bunları farkına varmadan, havayı teneffüs ettiği gibi teneffüs eder.
2) Onu öğrenmeye mecbur tutarak, her yaş için gerekli usûl ve metotlarla, onun daha evvel gördüğü ve görmediği şeylerin belletilmesidir ki, bu şık da, ona vermeyi planladığımız şeyler, daha çok hazırlanıp önüne konan yemeklere benzer.
Birinci şıkta, anne ve baba, gönülden bağlı bulundukları en ideal hayat tarzını, gergef işler gibi, yaşar, anlatır ve gösterirler. Böylece çocuk için olan olur. İkinci şıkta ise, her yaş ve seviye için verilecek şeylerin hazırlanması, hattâ komprime haline getirilmesi; takdim usûlü ve takdimde kullanılacak dil, her birerleri başlı başına birer mevzudur ve hepsine riayet edilmesi gerekmektedir.
Çocuğun, eşyâ ve hâdiseler karşısında uyarılarak, bir kısım şeyleri öğrenmeye mecbur tutulduğu bu dönemde, mektep de devreye girer ve ailenin yanında yerini alır. Bunun tabiî bir neticesi olarak da, ailenin vazifesi ikileşir:
1) Yuvada (evde) çocuğu görüp gözetme.
2) Onun mektepteki durumunu kontrol etme… Her iki vazife de çok mühim ve hususî titizlik istemektedir. Zira, o güne kadar yavruda verilen şeyler hassasiyetle korunmaz ve yaş farkıyla, kazanılan idrake göre yeni şeyler ilâve edilmezse, çocuğun hiçbir işe yaramayacak şekilde tefessüh etmesi kuvvetle muhtemeldir.
Evet, yuva her güzel şeyin özünü bir tohum gibi onun ruhuna ektikten sonra, mektep, bu ilk ameliyenin tamamlayıcısı, geliştiricisi ve koruyucusu olmalıdır. Aksi halde, yuvadaki bütün gayretler boşa gideceği gibi, dün verilenlerle, bugünkülerin birbirini nakzetmesi de, çocuğu bütün bütün şaşkına çevirecektir.
Kaynak: Bir Portre Denemesi, Ali Ünal