Rüşvet, klasik fıkıh kitaplarımızda çeşitli kategorilere ayrılarak incelenmiştir. Mesela, alana da verene de haram. Veya verene helal, alana haram… gibi. Bir din görevlisinin dinin haram hükmünü verdiği bir uygulama içine girmesi düşünülemez. Fakat yukarıda ikinci kategori içinde mütalaa edilen bir durumla, camide namaz kıldıran bir imam da karşılaşmış olabilir. Mesela, kanunî prosedür itibariyle %100 hakkı olan tapu, oturma ruhsatı, ehliyet… vb. şeyleri rüşvet vermeksizin kendine vermiyorlardır. Bu işin başka çıkar yolu da yoktur. Belayı def kabilinden bir din görevlisi, bunu vermiş olabilir. Bu durumda günah bütünüyle alan şahsa aittir. İşte böyle bir mecburiyet ortamında verilen paraya her ne kadar rüşvet dense de, rüşvet alıp-vermenin tabii ahkamından olan kişinin fâsık olması, bununla gerçekleşmez.
Fakat böyle bir mecburiyet olmaksızın, rüşvet alma, yeme insanı fâsık kılar. Fâsıkın arkasında namaz kılma ise mekruhtur. Ama imam bunun ardından tevbe etti ise, o tevbe ile fıskı zâil olur ve arkasında namaz kılınabilir.