Kelime olarak ‘aracı olmak, tavassutta bulunmak’ anlamına gelen şefaat, dini terminolojide, ahirette günahkar mü’minlerin günahlarının affedilmesi, günahı olmayanların ise, daha yüksek derecelere yükselmesi için Allah’ın izin verdiği ‘peygamberler, alimler, şehitler ve derecesine göre müminleri[1]Kimlerin şefaatte bulunacağı için bkz. İbn Mace, Zühd 37. vesile yaparak rahmetinin farklı bir boyutta tecellisinden ibarettir.
“O gün Rahman’ın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez.” (Taha suresi, 20/109. Keza bkz. Enbiya suresi, 21/28.)
ayeti, Kur’an’da şefaatin olduğunu gösterir.
Şefaatle ilgili olarak Kur’an’da ‘hiç kimseden şefaat kabul edilmeyeceğini’ (Mesela bkz. Bakara suresi, 2/123, 255.) bildiren ayetler, şefaatin olmadığına bir delil olarak ileri sürülemez. Zira bu ayetler, inkarcıların akıbetlerinin söz konusu edildiği yerlerde gündeme getirilen ifadelerdir. Bununla kafir, müşrik ve münafıkların bu tasarrufun dışında olduğu vurgulanır. (Bkz. A’raf suresi, 7/53; Ğafir (Mü’min) suresi, 40/18.)
Hadis-i şeriflerde ise, şefaatle ilgili açık haberler vardır. Bu cümleden olarak Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), bir hadislerinde, ümmetinden günah işleyenlere şefaat edeceğini haber vermiş (Bkz. Ebû Davud, Sünnet 21; Tirmizi, Kıyamet 11), bir başka hadislerinde ise, her peygamberin kendisine has ve kabul olunan bir duasının bulunduğunu, kendisinin ise bu duasını ahirette ümmetine şefaat etmek için yapacağını bildirmiştir. (Buhari, Daavat 21; Müslim, İman 86.)
Yine bir başka hadislerinde Allah Resulü, (sallallahu aleyhi ve sellem) mahşerde insanlar ıztırap ve heyecan içinde hesaplarının görülmesi için bekleşirlerken, Allah’a dua ederek hesap ve sorgunun bir an önce yapılmasını isteyeceğini (Buhari, Zekat 52.) bildirmiştir.
Adil ve de merhametli bir sultanın hakim olduğu bir ülkede birisinin bir suç işlediğini düşünelim. Şu kadar ki, suçu sabit olmuş bu kişi, işlediği cürmü meslek haline getirmemiş birisi. O bu cürmü bir kısım nefsani dürtülerle işlemiş, yaptığına da pişman olmuş. Bu yaptığından ötürü de sultanın kanunlarından çekiniyor, kendisini hatalı ve cezayı hak etmiş görüyor. İşte o merhametli sultan, mülkündeki suçluyu pişmanlık ve korku içinde görür ve ona acır. Fakat sultan, bu suçluyu sebepsiz yere affederse, koyduğu kanunlara, nizamlara halel gelir, ahali kanunları hafife alır ve artık kendisinden korkmazlar endişesiyle, bir emir veya vezirine onu affedeceğini ima eder.
Vezir de suçlu için şefaat ederek onun kurtuluşuna vesile olur. Aslında suçluyu affetmeyi murad eden, sultanın bizzat kendisidir; ancak sultan, vezirinin şefaatini kabul etmek suretiyle onun, nezdindeki değerini insanlara göstermeyi ve ona bir nevi şeref ve paye vermeyi dilemiştir. İşte Kur’an ve hadislerde anlatılan şefaatin tamamı bu türdendir.
Bu itibarla, böyle bir şefaate nail olabilmek için kula düşen, Allah ve Resulü’nün kendisinden istediği vecibeler konusunda dikkatli olmak ve O’nun azabından korkarak O’ndan yardım dilemektir.
Kaynak: Bir Müslümanın Yol Haritası
Dipnotlar
⇡1 | Kimlerin şefaatte bulunacağı için bkz. İbn Mace, Zühd 37. |
---|