Öncelikle şunu ifade edelim ki; üç-beş kişinin kendi aralarında para toplayarak bir fon oluşturmaları, kaza, felaket ve musibete maruz kalan birisinin maddî zararını bu fondan karşılamaları, böyle birşey olmadığı takdirde herkesin parasını geri alması ya da fonda kalması şeklinde tamamıyla dayanışma fikri ile ortaya atılan yardımlaşma sandığı mânâsındaki sigorta ittifakla caizdir. Ne mütekaddimin ne de muasır fukahanın bu konuda menfî bir hükmü yoktur.
Caiz olup olmadığı tartışma konusu olan sigorta, sigortacılık faaliyeti sonucu oluşan kârın sigortalı ile ilgisi olmayan türüdür. Yani bir şirket, akid karşılığı taraflardan para topluyor ve belli şeylere karşı (kaza, yangın, sel, deprem vb.) maddî güvence veriyor. Sigorta’ya mevzu teşkil eden şey vuku bulursa, onu tazmin ediyor, vuku bulmazsa sigorta faaliyeti icabı yapılan giderler dışındaki para (teknik kâr) sigorta şirketine kalıyor. İşte İslam fukahasının üzerinde tartıştığı, helal ve haram gibi iki zıt kutupta hükümler verdiği sigorta çeşidi budur.
Şimdi bir anlamda bu ihtilafın sebepleri, diğer anlamda verilen hükümlerin tarihî ve fıkhi zeminine netlik kazandırabilecek olan kısa açıklamalarımıza geçelim.
Her şeyden önce İslâm uleması sigorta kavramının tarihçesi üzerinde ittifak edememiştir. Bazı fukaha, sigortanın miladî 14. asırda Venedik tacirlerinin gemilerinin denizde maruz kalmış olduğu tehlikeler sonucu ortaya attıkları bir fikir olduğunu ve bu fikrin daha sonra uygulamaya konularak kurumsal hüviyet kazandığını söylerler.[1] Mustafa ez-Zerka, Sigorta Sistemi ve Sigorta Akdi, s. 228. 1435 yılında “Barselona Emirnamesi” adıyla yayınlanan kanunla bu uygulama resmiyet kazanmıştır. Kanun deniz sigortası akdinin unsurları, şartları, tatbikatı gibi hususları bir çerçeve içine almaktadır.
Bazı fukaha ise, sigortanın hicri 2. yüzyılda Hindistan, Malay ve Asya’da bazı ülkelere ticaret yapan Müslüman Araplar tarafından ortaya atıldığını ileri sürerler. Bu tacir Araplar kervanların sık sık karşılaştığı hırsızlık, soygun vb. olumsuzluklar sonucu uğradıkları zararı, karşılamak için, kendi aralarında yardım ve işbirliğine dayalı bir finans fonu oluşturmuşlar, zarara uğrayanların zararını bu fondan karşılamışlardır.[2]Muhammed Fazlı Yusuf, İslamî Sigorta, s. l (1996 yılında Kombassan Holding tarafından Konya’da düzenlenen I. Ticaret Kongresi’nde sunulan tebliğ
Sigortanın tarihçesi hakkında bu iki görüşü, bazı hukukçuların meseleyi bu çıkış noktası itibarıyla ele almaları ve bunu verdikleri hükme menat olarak göstermeleri nedeniyle aktardık. Evet, bazı fukaha Hz. Peygamber (s.a.s) döneminde böyle bir uygulamanın olmadığını ileri sürerek sigortaya menfî bir yaklaşım içinde bulunmuşlardır.
Kanaatimize göre bu yaklaşım doğru değildir. Zira, evrensellik vasfına haiz olan İslam’da esas olan, bir meselenin Hz. Peygamber (s.a.s) döneminde olması yada olmaması değil, onun İslam’ın genel ilke ve amaçlarına ters düşüp düşmemesidir.
Dolayısıyla hükme gerçekten menat olabilecek şey, onun Kitap ve Sünnet’ten müteşekkil nasslarla örtüşüp örtüşmemesidir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s) döneminde olmayıp nasslarla çakışmayan nice akdî uygulamalar -menşei ne olursa olsun- fukahanın çoğunluğu tarafından kabullenilmiştir.
Sigortanın İslamî temelleri arasında sayılan bey bi’l-vefa[3]Bey bi’l-vefa: Paraya ihtiyacı olan bir şahsın, genelde gelir getiren bir mülkünü satış bedelini iade ettiği takdirde mülkü geri alma şartıyla yaptığı satış akdine verilen … Okumaya devam et buna gösterilebilecek örnekler arasındadır. Öyle ise sigorta mevzuunda yapılacak şey, bu fikrin ilk defa kimler tarafından ortaya atıldığı değil, bununla İslâm’ın temel ilkeleri arasındaki münasebetin incelenmesidir. Bu ilkeler arasında benzerlik söz konusu ise, ardından uygulama esasları yani, akid şartları, şekilleri, tazminat, geri ödeme, gibi hususlar ele alınır ve hükme varılır.
Sigorta hakkında mutlaka açıklığa kavuşturulması gerekli olan bir diğer husus, fukahanın aynı kaynaklardan hareketle, aynı meseleye helal ve haram gibi iki zıt hüküm vermiş oluşudur. Tabiî olarak bu, fukaha ölçüsünde ilmî yeterliliğe sahip olmayan Müslümanların zihinlerini bulandırmaktadır. Biz meseleye bu perspektiften bakarak, her iki grubun delillerini incelediğimizde, bunların sigorta kavramından anladıkları şeyin farklı farklı olduğunu veya yaklaşım keyfiyetleri itibarıyla sigortanın bazı yönlerini ön plana çıkartıp, bazılarını arka sıralarda mütalâa ettiklerini gördük.
Şöyle ki; helal diyenler sigortayı felaket ve zararların hafifletilmesini sağlayan karşılıklı yardımlaşma olarak kabul ediyor; haram diyenler ise, bu hususu inkâr etmemekle beraber onda aldatma (garar) bulunduğunu, meçhul şeyler üzerine akid yapıldığını, sigortaya konu teşkil eden şey gerçekleşmediği takdirde sigorta şirketinin aldığı paranın haksız kazanç olduğunu ve bu yönüyle kumara benzediğini ve hepsinden öte Allah’ın kaderine karşı gelmek anlamını taşıdığını öne sürüyorlar. Tabiî ki yaklaşım keyfiyetleri bu olunca hükmün haram ve helal olarak belirlenmesi gayet doğaldır.
Biz burada her iki grubun delillerini detaylı bir şekilde ele alıp inceleyecek değiliz. Fakat şunu belirtmekte yarar var: İslâm fukahası arasında müstakil olarak sigorta üzerinde ilk detaylı incelemeyi yapan İbni Abidin’dir. İbni Abidin “Hâşiyetü Red-dü’l-Muhtar”adlı eserinde kendi devrinde Avrupa ülkelerinde uygulanan sigorta şeklini fıkhî açıdan incelemiş ve onun caiz olmadığını söylemiştir.
İbni Abidin’in bu hükümde dayanak noktası sigorta şirketinin ‘borcu olmayan bir şeyi borçlanması’ olmuş ve bunun İslâm hukukuna göre borç kabul edilmesinin mümkün olmadığını söylemiştir. Bu takdirde İbni Abidin’e göre sigortalının sigortaya konu teşkil eden kaza, yangın, soygun vb. felaketler gerçekleştiğinde, akid esnasında anlaşılan parayı alması helal olmaz.[4]Bkz. İbni Abidin, Hâşiyetü Reddü’l-Muhtar, 3/273
İbni Abidin’in prim karşılığı sigorta üzerinde vermiş olduğu bu hükme itiraz ederek karşıt deliller sunan birçok fukaha vardır. Bunlara ait münakaşalar ilgili kaynaklarda görülebilir. Yalnız hemen ilave edelim ki; İbni Abidin’in verdiği fetvadan bu yana sigorta sistemlerinde ciddi değişiklikler olmuştur. Özellikle İslamî camianın bu meseleye sahip çıkmasıyla kurulan İslamî sigorta sisteminde bazılarına prim karşılığı sigortaya haram hükmü verdiren unsurların hepsi kaldırılmıştır. Bir açıdan hukukî, diğer açıdan iktisadî bir hüviyet arzeden bu sistemde garar (aldatma), kumar, meçhul unsurlar vb. gibi şeyler artık bahis mevzuu değildir.
Dolayısıyla İbni Abidin ve emsali şahısların kendi dönemlerinde uygulanan şekliyle sigortaya vermiş oldukları hükmü, günümüzdeki yardımlaşma sandığı esaslarına göre çalışan İslamî sigortalara yansıtmak doğru değildir.
Sistem bütün bütün değişmiş olmasına rağmen ona yine de sigorta adının verilmesi ise ya sair sigorta sistemlerine az veya çok oranda benzerlikten yada terminolojik gelişimden dolayıdır. Zira bu mahiyetteki bir oluşumu günümüzde ifade eden kavram, sigortadır. Onun için hukukî açıdan tekafül (yardımlaşma), ticarî açıdan da mudârebe şirketi gibi çalışan bu yeni sisteme sigorta adı verilmesi kimseyi yanıltmasın.
*Ahmet Kurucan
Dipnotlar
⇡1 | Mustafa ez-Zerka, Sigorta Sistemi ve Sigorta Akdi, s. 228. |
---|---|
⇡2 | Muhammed Fazlı Yusuf, İslamî Sigorta, s. l (1996 yılında Kombassan Holding tarafından Konya’da düzenlenen I. Ticaret Kongresi’nde sunulan tebliğ |
⇡3 | Bey bi’l-vefa: Paraya ihtiyacı olan bir şahsın, genelde gelir getiren bir mülkünü satış bedelini iade ettiği takdirde mülkü geri alma şartıyla yaptığı satış akdine verilen isimdir. Bu esnada satılan mülkün geliri satın alan şahsa ait olur. |
⇡4 | Bkz. İbni Abidin, Hâşiyetü Reddü’l-Muhtar, 3/273 |