“Sıla”, kavuşmak, ulaşmak, akrabayı ziyaret etmek, müminlerle görüşmek ve alâkayı devam ettirmek manâlarına gelmektedir. Sıla-i rahim ise akraba ve yakınları ziyaret etme, hâl ve hatırlarını sorma, gönüllerini alma ve alâkayı koparmama demektir.
Sıla-i rahimin dinimizdeki yeri çok büyüktür. Kur’ân’da namaz, zekât gibi farz ibadetlerden hemen sonra zikredilir. Açık ya da ima ile pek çok âyette sıla-i rahim nazara verilir. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de onu, cennete girmeye vesile sayar. Şimdi konuyla ilgili bazı âyetleri zikredelim:
“Allah’tan korkun ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının.”; “Yalnız Allah’a ibadet edip O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın! Anneye, babaya, akrabalara…güzel muamele edin! Bilin ki Allah kendini beğenen ve övünüp duran kimseleri sevmez.” (Nisâ Sûresi, 4/1, 36.);
“Allah adaleti, hatta adaletten de fazla olarak ihsanı, en güzel davranışı ve muhtaç oldukları şeyleri yakınlara vermeyi emreder.” (Nahl Sûresi, 16/90.);
“Yakınlarına, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver.” (İsrâ Sûresi, 17/26.);
“O hâlde yakınlarına, yoksula ve yolcuya hakkını ver! Allah’ın rızasına nail olmak isteyenler için böyle yapmak daha hayırlıdır. Felâha erenler de işte onlardır.” (Rûm Sûresi, 30/38.)
Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) beyanlarında da sıla-i rahim konusu genişçe yer tutar. Şimdi bu mübarek beyanlardan bazılarını görelim: Bir adam gelmiş ve Rahmet Peygamberine (sallallahu aleyhi ve sellem): “Beni cennete koyacak, cehennemden uzaklaştıracak bir ameli bildir.” demiş, Efendimiz de (sallallahu aleyhi ve sellem): “Allah’a kullukta bulunur, O’na şirk koşmazsın, namazı ikame eder, zekâtını verir, sıla-i rahimde bulunursun.” (Buhârî, edeb 10.) buyurmuştur. Bir başka beyanlarında ise Efendiler Efendisi (aleyhi ekmelü’t-tehâyâ): لَا يَدْخُلُ الْجَنَّةَ قَاطِعٌ “Akrabalarla münasebetini kesen, cennete giremez.” (Buhârî, edeb 11.) ifadesiyle müminleri ikaz etmiştir.
Resûl-i Ekrem Efendimiz işin azametini bildiren bir hadiste ise şöyle buyurmuştur:
إِنَّ الرَّحِمَ شَجْنَةٌ مِنْ الرَّحْمٰنِ فَقَالَ اللهُ مَنْ وَصَلَكِ وَصَلْتُهُ وَمَنْ قَطَعَكِ قَطَعْتُهُ
“Akrabalık, Arş’ta asılıdır. Allah (celle celâluhû): ‘Seni gözeteni Ben de gözetirim; seni terk edeni ben de terk ederim.’ buyurmuştur.” (Buhârî, edeb 13.)
Bu konudaki diğer bazı hadis-i şerifler ise şöyledir:
تَعَلَّمُوا مِنْ أَنْسَابِكُمْ مَا تَصِلُونَ بِهِ أَرْحَامَكُمْ فَإِنَّ صِلَةَ الرَّحِمِ مَحَبَّةٌ فِي الْأَهْلِ مَثْرَاةٌ فِي الْمَالِ مَنْسَأَةٌ فِي أَثَرِهِ
“Nesebinizden sıla-i rahim yapacaklarınızı öğrenin zira sıla-i rahim akrabalarda sevgi, malda bolluk, ömürde uzamadır.” (Tirmizî, birr 49.);
مَنْ سَرَّهُ أَنْ يُبْسَطَ لَهُ فِي رِزْقِهِ وَأَنْ يُنْسَأَ لَهُ فِي أَثَرِهِ فَلْيَصِلْ رَحِمَهُ
“Kim rızkının artmasını ve ömrünün uzun olmasını istiyorsa sıla-i rahimde bulunsun.” (Buhârî, edeb 12.);
إِنَّ الصَّدَقَةَ عَلَى الْمِسْكِينِ صَدَقَةٌ وَعَلٰى ذِي الرَّحِمِ اثْنَتَانِ صَدَقَةٌ وَصِلَةٌ
“Yoksula yapılan sadaka bir sadakadır. Bu sadaka akrabaya yapılmışsa iki sadaka demektir. Biri sadaka, diğeri sıla-i rahimdir ki bu da sadaka sayılır.” (Nesâî, zekât 82.);
“Akrabasından iyilik gördüğü ölçüde onlara iyilikte bulunan, tam manasıyla onları koruyup gözetiyor sayılmaz. Asıl akraba canlısı, akrabalıklarından hiçbir hayır görmese bile onlara iyilikten vazgeçmeyendir.” (Buhârî, edeb 15.);
“Büyük günahlar şunlardır: Yaratıcı’ya eş ve ortak koşmak.. anne ve babanın hukukunu çiğnemek.. haksız yere cana kıymak.. yalan yere şehâdette bulunmak.” (Buhârî, eymân ve’n-nüzûr 16.);
“Ey insanlar! Selamı aranızda yaygın hâle getirin. Sofranız herkese açık olsun, çokça ikram edin. Akrabalığın gereklerini yerine getirin. Bir de insanların uykuya daldıkları anlarda, gecelerin karanlığını namazla değerlendirin. Böyle yapın ki selametle cennete giresiniz!” (Tirmizî, kıyamet 42.);
أَنَا وَكَافِلُ الْيَتِيمِ لَهُ أَوْ لِغَيْرِهِ فِي الْجَنَّةِ كَهَاتَيْنِ
“Akrabasına veya başkasına ait bir yetimin eğitim ve himayesini deruhte eden (yüklenen) kimseyle Ben, cennette şöyle yanyana bulunacağız.” Hadisin ravisi Mâlik İbn Enes, -Peygamberimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) yaptığı gibi- işaret parmağıyla orta parmağını gösterdi. (Müslim, zühd 42.)
Meleklerin anne, baba ve akraba ile alâkayı kesenlere gelmeyeceği de yine rivayetler arasındadır. (Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8/151.)
İslâm âlimleri, bu âyet ve hadisleri nazar-ı itibara alarak sıla-i rahimde bulunmanın vacib olduğunu söylemiş ve onun terk edilmesinin büyük günah sayılacağını belirtmişlerdir.[1]Kâsânî, Bedâiu’s-Sanâi, 3/415; İbn Âbidîn, Hâşiyet-ü Reddi’l-Muhtâr, 6/411.
Sıla-i rahimde belli bir tertip vardır. Kur’ân’da sıla-i rahimin anıldığı yerlerde de işaret edilen bu tertibe uymak, bir müminlik şiarıdır. Mesela bir âyet-i kerîmede Rabbimiz şöyle buyurur:
“Yalnız Allah’a ibadet edip O’na hiçbir şeyi şerik yapmayın. Anneye, babaya, akrabalara, yetimlere, fakirlere, (evi yakın olan veya akrabadan olan) yakın komşulara, (evi uzak olan veya akrabadan olmayan ya da Müslüman olmayan) uzak komşulara, yol arkadaşına, garip ve yolculara, ellerinizin altındakilere (köle, cariye, hizmetçi, işçi) güzel muamele edin. Bilin ki Allah kendini beğenen ve övünüp duran kimseleri sevmez.” (Nisâ Sûresi, 4/36.)
Ayette sıla-i rahim konusunda anne-baba önce gelmektedir zira onların yerini hiç kimse tutmaz. Kur’ân’da bu âyetle beraber birkaç yerde daha Allah’a ibadetle anne babaya iyilik peş peşe gelmektedir ki bu da onların haklarının büyüklüğünü gösterme bakımından fevkalade mühimdir. (İsra Sûresi, 17/23; Lokman Sûresi, 31/14.) Sonra akrabalar ifadesi geçmektedir ki bunun da açılımı, nine-dede, daha sonra amca-hala, sonra da dayı ve teyze şeklindedir. Ardından akraba olup da yakında veya uzaktaki diğer komşular zikredilmektedir. Akrabalardan sonra ise akraba olmayanlara sıra gelmektedir. Dolayısıyla, iyilik ve ihsanda bulunurken de bu sıralama gözetilmeli; kimin sıla hakkı daha büyükse ona daha çok önem verilmelidir. Sıla-i rahimdeki bu sıralama hadis-i şeriflerde şu şekilde yer almaktadır: Sahabeden biri Allah Resûlü’ne gelip: “Ey Allah’ın Resûlü kime karşı iyilik yapayım?” diye sormuş, Efendimiz de (sallallahu aleyhi ve sellem) şu cevabı vermiştir: “Annene, babana, kız kardeşine, erkek kardeşine, azad ettiğin kölene. Bu iyiliği de üzerine vacib olan bir hakkın ödenmesi, yani, sıla-i rahmin yerine getirilmesi olarak yapacaksın. (Yani nafile türünden bir ibadet olarak değil, vacip olarak eda edeceksin).” (Ebû Dâvud, edeb 129.) Başka bir rivayet ise: ثُمَّ الأْقْرَبَ فَالأْقْرَبَ “Sırayla sana yakın olanlara iyilik et.” (Tirmizî, birr 1.) şeklindedir. Evet, sıla-i rahimde, yakın akrabadan başlayıp uzağa doğru genişleyen bir açılım vardır.
Meselenin önemini şu ifadeler özetlemektedir:
“Sıla-i rahim, tatlı sözlü, güler yüzlü olmaktan selamlaşmaya, hal-hatır sormaktan insanlar hakkında iyi dileklerde bulunmaya, ziyâretlerine gitmekten ihtiyaçlarını görmeye, dertlerini paylaşmaktan malî yardımda bulunmaya kadar pek çok iyilik ve ihsanı ihtiva eder. Günümüzde bu iyilik ve ihsan yolları neredeyse unutulmuş ve akrabalık bağları bütün bütün koparılmıştır. Maalesef, artık anne-babalar, nine ve dedeler biraz yaşlanıp elden ayaktan düşünce kendilerini düşkünler evinde buluyorlar. Önceden oralara “Dârülaceze” denirdi; şimdi adını biraz kibarlaştırarak “huzur evi” diyor ve onunla teselli olmaya çalışıyorlar. İnsan, çocuklarının olmadığı, torunlarının bulunmadığı, ne ihtimamla büyüttüğü yavrularını sevemediği, onlara bakıp bakıp “Ben de bir anneyim, bir babayım!” diyemediği, kendine sevgi ve hürmetle bakan yakınlarını göremediği, onun için bir tencerenin kaynamadığı ve çoğu zaman aranıp sorulmadığı bir yerde nasıl huzurlu olur ki! Biz kendi kafamızda mevhum bir huzur tasarlamışız; o talihsizler yuvasına da “huzur evi” demişiz. Senelerdir onların da bizim var olduğunu sandığımız huzuru duymaları için zorlayıp duruyoruz. “Ne güzel yiyip içip yatıyorlar, daha ne olacaktı ki?” der gibi bir halimiz var. Oysaki insan, hayvanlar gibi yiyip içen, sonra da yan gelip yatan ve bu şekilde huzuru yakalayabilen bir mahlûk değildir. İnsan, çevresine alâka duyan, tabiata açık bir fıtratı bulunan, evlat ve torunlarıyla, hatta torunlarının torunlarıyla bile münasebeti olan bir varlıktır fakat maalesef, biz bugün onu yeme, içme ve uyumaya hapsetmiş durumdayız.
Aslında, bu hâl Batı’nın ve kültürünün bir neticesidir. Bu acı tablo, aile müessesesinden mahrum, yuvanın sıcaklığını hiç duyamamış; belli bir yaşa kadar baba evini otel gibi kullanan, rüşdüne erdikten sonra da anne-babasını terk edip başka bir yere gidebilen kayıtsız insanların eseridir. Ne yazık ki son senelerde biz de bir zamanlar uzaktan uzağa hayretle seyrettiğimiz bu tablonun bir parçası hâline geldik. Belki uzun zaman direndik; cedşâhî ailelerimizi ve yuvamızın kudsiyetini korumaya çalıştık; fakat heyhat, fırtına çok şiddetliydi. Maalesef, bize ait değerler de bir bir yıkıldı. O sımsıcak ve huzurlu yuvalar, o güler yüzlü, saygıdeğer dede ve nineler, o sevimli, şirin evlat ve torunlar, hepsi bir bir devrilip gitti ve nesiller âdetâ harabeler içindeki baykuşlara döndü.
İşte, sıla mevzuundaki bu tahribin tamir edilmesi de çok önemli bir vazifedir. Bu yıkılışın yeni bir dirilişe çevrilmesi ve bozulanın yeniden düzeltilmesi nasıl olacak bilemiyorum. Fakat, zannediyorum, bunun için önce kendi kültürümüzü benimseme ve özümüze dönme adına millet çapında ciddi bir rehabilitasyona ihtiyaç var. Daha sonra, eğitimden mimariye kadar her sahaya aileyi koruma ve sıla-i rahimi gözetme mülahazasıyla müdahale etmek gerekli. Esaslarını dinimizden aldığımız ve asırlarca kendi kültürümüzle bir kalıba döktüğümüz aile ve sıla anlayışımızın kıymetini anlamadıktan, o kültürün kazandırdığına yeniden ulaşmadıktan, gelin ve damatları ona göre yetiştirip evlat ve torunları ona alıştırmadıktan, yaptığımız evlerin mimarisini bile bu gayeye matuf olarak ele alıp anne-baba ya da nine-dede için yarı beraber yarı müstakil haneler hazırlayarak, onlara istedikleri zaman kendilerini dinleme, dilediklerinde de torunlarını sevme fırsatı tanımadıktan sonra o eski günlerin huzur atmosferini ve o gül devirlerinin gönüllere gıda iklimini bir kere daha tatmamız mümkün değildir.”[2]İkindi Yağmurları, s. 214.
Dipnotlar