Ta’dîl-i erkân, rükünleri düzgün, yerli yerinde ve düzenli yapmak demektir. Ta’dîl-i erkâna riayetin sonucunda rükünler şekil olarak düzgün ve kıvamında yerine getirilmiş olur. Böylece kişi namazını üstün körü değil, “dört başı mamur” kılmış olur.
Namazda ta’dîl-i erkân, namazın kıyâm, rükû’, sücûd gibi her bir rüknünün sükûnet, vakar ve itmi’nân içinde yerine getirilmesi, acelecilik ve çabukluk gösterilmemesi demektir. Meselâ rükû’dan kalkıldığında vücud dimdik hâle gelmeli, en az bir kere “sübhâne rabbiye’l-azîm” diyecek kadar ayakta durulup ondan sonra secdeye varmalıdır. Her iki secde arasında da en az böyle bir tesbih miktarı durmalıdır. Yoksa rükû’dan tam doğrulmadan secdeye varmak, birinci secdeden sonra tam doğrulmadan ikinci secdeye gitmek ta’dîl-i erkân’a zıddır.
İmam Ebu Yusuf’a göre Tadil-i Erkan, farzdır. İmam Azam ile İmam Muhammed’e göre, vacibtir. Bu iki farklı yaklaşımdan birincisine göre, tadil-i erkan yapılmaksızın kılınan bir namazı yeniden kılmak gerekir, ikincisine göre ise, tadil-i erkanı terkden dolayı yalnız sehiv secdesi gerekir. Fakat böyle bir namazı yeniden kılmak daha iyidir. Böylece insan ihtilaftan kurtulmuş olur.
Burada çok önemli bir hususa dikkat çekmek istiyoruz:
Namazın kalıplarına, şekillerine vakar ve ciddiyetle riayet etme şeklinde tarif edebileceğimiz tadil-i erkanın yanında-ki bu açıdan buna dış tadil-i erkan da diyebiliriz- bir de “huşu” ve “hudu” denilen “iç tadili erkan” vardır. Gerçi fıkıh kitaplarında namazla ilgil olarak “iç tâdili erkân” sözü çok kullanılmamıştır. Ama huşû ve hudû ile alakalı bir tabir olarak “iç tadil-i erkan” denebilir. Huşû ve hudû, meseleyi namazın mazmununa bağlı götürmektir.
İnsanın, Rabb’iyle münasebetinde asıl olan mânâdır, özdür, ruhtur. Fakat, onları taşıyan da lafızlardır, şekillerdir, kalıplardır. Bundan dolayı, mutlaka o lafızlara, kalıplara da dikkat edilmelidir. Esas alınan mânâyı, mazmunu o kalıpların taşıması lazım. Dolayısıyla, kalıp ve şekillerin hiçbir mânâsı yok denilemez. Zâhirî ahkam onlara bina edilir. Ne var ki, namaz vardır namazdan içeri, oruç vardır oruçtan içeri. Onun için buyrulur ki, “Kad eflehal mü’minûn. Ellezîne… Müminler kurtuldu. O müminler ki…” (Mü’minun, 23/1) İsmi mevsûlün sılası “hüm fi salâtihim hâşiûn” (Mü’minun, 23/2) şeklinde geliyor. Yani, “Onlar, her zaman namazlarında huşû içindedirler.” “Hüm yusallûn-Onlar namaz kılarlar.” denmiyor. Sebata ve devama işaret eden bir kalıp kullanılıyor. Yani, buyruluyor ki; ne zaman olursa olsun namazda haşyet yaşayanlar, huşû arayanlar, her karesini duya duya namaz kılanlar, işte kurtulanlar bunlardır.
Bu itibarla namaz kılarken, hem dış tadili erkana hem de iç tadili erkana riayet edilmelidir.
Namaz bir insanî davranıştır. Fakat o çizgi içinde kalınmadığı zaman yapılan hareketler hayvanî hareketlere benzetiliyor. Mesela, hadis-i şerifte “Sizden biri imamdan önce başını rükudan kaldırdığında Allah’ın suretini eşek suretine çevirmesinden korkmuyor mu!..” deniliyor. Demek ki, imamdan evvel harekete geçme meselesi insanlık çizgisinden çıkma manasına geliyor.
Başka bir hadiste Peygamber Efendimiz: “Herhangi biriniz secdeye gittiği zaman horozun daneyi gagaladığı gibi yapmasın.” buyuruyor. (Ahmed b. Hanbel, 3/247) Bakın, o bir hayvan davranışı; alnını yere vurup kaldırma bir hayvan davranışı. Namaz kılarken secdeye gidildiğinde “Köpek gibi ellerini yere sermesin.” (Ebu Davud, salat, 154; Tirmizî, salat, 89) deniliyor başka bir başka hadiste. Bütün bu zikredilen hadisi şeriflerde oturmadan secdeye, secdeden rükûya, rükûdan kıyama kadar davranışların hayvan davranışlarından farklı olması gerektiğine dikkat çekiliyor.
Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) bu mübarek sözleriyle bizi bir insanî davranış mecmuasına çağırıyor. Evet, huşû ve hudû ancak o kalıplarla ifade edilir. “Ben huşû ve hudû içindeyim.” dediğin zaman hayvanî kalıpları aşman gerekir. Allah’ın huşû ve hudû atiyyesini ancak o atiyyeyi taşıyabilecek matiyyesi götürebilir. (Gülen, Kırık Testi, s.62-64.)
Kaynak: Bir Müslümanın Yol Haritası
**
İlave bilgi için: