Arap dilinde vesile, hâcet/ihtiyaç anlamında kullanılmıştır. Nitekim şâir Antere bir şiirinde vesile kelimesiyle ihtiyaç (hâcet) anlamını kastetmiştir.[1]el-Ğazzî, İtkânu mâ Yahsünü mine’l-Ahbâri’d-Dâirati ale’l-Elsûn, I/348, Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, III/71. Vesile kelimesine bazı kaynaklarda yakınlık (القربة/el-kurbetu) anlamı da verilmiştir.[2]Şihâbuddîn Ahmed ibn Muhammed, et-Tibyân fî Tefsîri Ğarîbi’l-Kur’ân, I/182.
Arap dili sözlüklerinde ise, “vesile” için şu anlamlar verilmektedir: Sultanın yanındaki makam, derece, yakınlık. Meselâ “ًوَسَلَ فُلَانٌ إِلَي اللهِ وَسِيلَة” denildiği zaman “kişi Allah’a yaklaşabildiği bir iş yaptı” anlamı kastedilir. “ ٍتَوَسَّلَ إِلَيْهِ بِوَسِيلَة” sözüyle de “Allah’a bir amel ile yakınlaştı” denilmek istenir.[3]İbn Manzûr, XI/724. Diğer bir deyimle vesile, kendisiyle başkasına yaklaşılan şeydir. Çoğulu, “vüsül” ve “vesâil“dir. Hadislerde ise, bu kelimeyle Allah’a yakınlık, bir kavle göre şefâat, bir diğer görüşe göre de cennetteki konaklardan biri kastedilmiştir.[4]İbn Manzûr, XI/725. Ayrıca bkz. er-Râzî, Ebû Bekr, Muhtâru’s-Sıhâh, s. 300; Muhammed Abdurraûf el-Münâvî, et-Tevkîf alâ Mühimmeti’t-Teârîf, I/726.
Kuran’da vesile kelimesi iki âyette, Medenî olan Mâide, 5/35. ve Mekkî olan İsrâ, 17/57.[5]“Onların tanrılaştırıp yalvardıkları kimseler, “Ne yaparsam O’na daha yakın olabilirim?” diye Rab’lerine vesile ararlar. O’nun rahmetini arar, azabından … Okumaya devam et âyetlerde geçer.
Biz bu iki âyetten birincisi olan Mâide suresi 35. âyeti ve tefsirini vermekle iktifa edeceğiz. Mâide suresinin 35. âyeti mealen şöyledir:
“Ey iman edenler, Allah’tan sakının ve O’na yaklaşmaya vesile arayın ve yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.”
Âyet iki cümleden teşekkül etmekte; ilkinde, takva dairesine girmemiz, ikincisinde ise Allah’a götüren/ulaştıran vesile aramamız ve cihad etmemiz istenmektedir. Buna göre âyette üç ana husustan söz edilmektedir: Takva, vesile aramak ve cihad. Netice ise dünyevî/uhrevî felah veya kurtuluş.
İslâm âlimleri, takvayı, genelde, ‘Allah’ın emir ve yasaklarına (buyruklarına) riâyet ederek yaşamak’ tarzında tarif ederler. Daha ileri boyutta ise şüpheli şeylerden hatta mübah bir kısım zevk ve lezzetlerden bile uzak durma şeklinde yorumlayanlar vardır. Yani burada Rabbimiz bizden ferdî hayatımız adına talepte bulunmakta ve bizi ruhen, kalben bir nevi teyakkuza ve hassasiyete davet etmektedir. Âyetin ikinci kısmı olan Allah’a (ulaşmaya) vesile arama meselesi ise ancak cihad ile birlikte ele alındığı zaman net biçimde anlaşılmaktadır. Vesile aramak ile cihad yan yana konulduğu zaman karşımıza şu gerçek çıkar: Önce O’nun rızasına uygun ve meşrû dairede bir yol ve yöntem/vesile belirleyin, sonra da cihad edin ki, felaha erebilesiniz. Buna göre vesile, “meşrû dairede kalmak şartıyla Allah için ortaya konacak çalışmalarda, diğer bir ifadeyle i’lâ-i kelimetullah eksenli işlerde belirlenmesi gereken metod ve tarzdır.” ‘Meşrû dairede kalmak şartıyla’ cümleciği önem arz eder; zira, Hak yolunun vesile ve metodu da meşrû olmak durumundadır. Bâtıl ve Allah nezdinde hoş olmayan yollarla Allah’a ulaşılamaz ve rızasına erişilemez.
Kimi müfessirlerimiz ise âyetteki takva ve vesile arama eylemlerini aynı çizgi üzerinde mütâlaa ederek âyeti, “Ey iman edenler, Allah’tan sakının ve ona (ulaştıran) vesile arayın. Yani kendisiyle sevabına nâil olacağınız şeyleri ve sizi ona yaklaştıran itaatleri yerine getirip isyanlardan da kaçının.” şeklinde anlamışlardır.[6]Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, I/321. Ayrıca bkz., Ebu’l-Berekât en-Nesefî, Medârikü’t-Tenzîl, I/281.
Bazıları ise vesile için “sevgi” anlamı vererek âyeti, ‘Allah sevgisine ulaşın, ya da kendinizi Allah’a sevdirin.’ tarzında izah etmişlerdir.[7]Taberî, VI/227. Bu izah da mâkûldür; zira insanların gönlüne girebilmenin en iyi yolu ve yöntemi sevgidir. Sevginin açamayacağı kapı pek nâdirdir. Ancak bazıları bu yorumu daha da ileri götürerek âyetin anlamını farklı bir mecraya çekmişlerdir:
“Kendinizi Allah’a sevdiriniz’; zira, Allah’a kendimizi sevdirmek ve ona yakınlık kurmak sadece O’nun Rasûlüne itaat ile olur. Rasûle iman etmek ve ona itaat etmek insanların Allah’a ulaşma vesilesidir. İnsanlar için Rasûle iman ve itaatten başka hiçbir vesileleri olamaz. Bu hususta hiçbir insanın ayrıcalığı yoktur. İnsanın emrolunduğu şey bu yüce Rasûle iman ve itaattir…”[8]İbn Teymiyye, Dekâiku’t-Tefsîr el-Câmiu li Tefsîri ibn Teymiyye, II/47.
Kimi de, söz konusu âyeti, “İtaatte bulunarak ve hoşnud olduğu amellerde bulunarak Allah’a yaklaşınız.” şeklinde tefsir etmektedir.[9]İbn Kesîr, II/53.
Daha farklı bir yorum ise Seâlibî tarafından yapılmıştır:
“Bu âyet Allah ve Rasûlünün emir ve yasaklarına karşı harp eden kimseleri zikrettikten sonra gelmiş olup, Allah’tan bir öğüt ve nasihattir. Bu hitap, mücerret va’zdan daha beliğ ve etkilidir. Çünkü burada söz konusu olan öğüt, insanlara, (önceki âyetin tehdidi ile) korkar ve titrer vaziyette oldukları halde gelmektedir. وَابْتَغُٓوا اِلَيْهِ الْوَسِيلَةَ ifadesinin anlamı, Hz. Muhammed (s.a.s.) için, onun Allah’a daha yakın olması ve onun katında faziletli olmasını istemektir. Onun hakkındaki bu talep, dünyada iken yakınlık ve fazilet verilmesine yöneliktir. Bunun âhiretteki meyvesi ise makâm-ı mahmûdda şefâat sahibi olmasıdır.”[10]Abdurrahman Seâlibî, el-Cevahiru’l-hisan, I/460.
Seâlibî âyeti yorumlarken âyette geçen “إليه/ileyhi” ibaresindeki zamiri, Hz. Peygamber (s.a.s.) olarak takdir etmiş ve buna göre anlam vermiştir. Seâlibî’nin bu takdirine göre anlam, “Hz.Peygamber’e yakın olmaya bakın, bunun vesilelerinin peşine düşünüz.” şeklindedir.
Rûhu’l-Meânî tefsirinin müellifi Âlûsî, âyeti, ‘vesile‘ kelimesinin yaptığı çağrışımla, tasavvuf literatüründeki tevessüle dikkat çekerek izah eder ve bu anlayışın, İslâm’ın temel esaslarına uyup uymadığını ortaya koyar.
“Bazıları ölmüş ya da uzakta bulunan sâlih kulları “Ey filân, bana şöyle şöyle rızık vermesi için Allah’a dua et.” diyerek bunun Allah’a vesile aramak olduğunu öne sürmekte ve Hz. Peygamber’den: “Darda kaldığınız zaman kabir ehline müracaat edin ve onlardan yardım isteyin.” anlamında rivâyette bulunmaktadırlar. Doğrusu, bir mahlûktan yardım dilemek ve ondan dua talebi anlamında onu vesile kılmak eğer talepte bulunulan kişi hayatta ise şüphesiz ki câizdir. Hatta talepte bulunulanın talepte bulunandan daha faziletli olması da gerekmez. Aksine, faziletli olan kişi, kendisinden daha az faziletli kimseden dahi talepte bulunabilir. Sahih rivâyette Allah Rasûlü, umre ziyareti için kendisinden izin isteyen Hz, Ömer’e “Kardeşim bizi de dualarında unutma” buyurmuş, ayrıca Üveys el-Karenî’den kendisi için dua ve istiğfar talebinde bulunmasını istemiş ve ümmetine de onun duasını almalarını tavsiye etmiştir. Evet kabir ehline selâm vermek meşrûdur ve onlara hitab edilmesi câizdir. Nitekim Hz. Peygamber, ashabına kabirleri ziyaret ettiklerinde “Selâm size müminler ahalisi. Biz de inşaallah sizlere kavuşacağız. Allah bizden ve sizden hayırlı amel gönderenlere ve göndermeyenlere merhamet eylesin. Bize ve size Allah’tan afiyet dileriz. Allah’ım, onları mükafatlarından mahrum etme ve onlardan sonra bizi fitneye (ağır imtihana) uğratma. Bizi ve onları bağışla.” demelerini tâlim etmiş ve sahabeden de bir tek kişiden –hayırlarda herkesten çok istekli oldukları halde– Râsulullah vefat ettikten sonra kabrini ziyarete geldiklerinde ondan bir talepte bulundukları vârid değildir. Tam tersine İbnu Ömer, onu kabrinde ziyarete geldiği zaman, “Selâm sana ey Allah’ın Rasûlü, selâm sana ey Ebu Bekir, selam sana ey babacığım der ve oradan ayrılır, buna bir şey ilave etmez, ne ondan ne de yanındaki zatlardan bir talepte bulunmazdı. Evet, o kabrin yanında dua etmek meşrû bir iştir. Sahabe de orada kıbleye dönerek dua ederlerdi ve kesinlikle onların kabre dönerek dua ettikleri varid olmamıştır. Hatta Ebû Hanife’nin selâm verirken kabre döndüğü, dua esnasında ise kıbleye yöneldiği bilinmektedir.[11]Âlûsî, Rûhu’l-Meânî fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Azîm ve’s-Seb’il-Mesânî, VI/125
Vesîle kavramı, işârî tefsirlerin önde gelen kaynaklarından ‘Rûhu’l-beyân‘ adlı eserde ise şöyle izah edilmektedir:
“Bil ki bu âyet-i kerime açıkça vesile aramanın ve peşine düşmenin gerekli olduğunu emreder. Çünkü Allah’a ancak vesile ile vâsıl olunur. Vesileler ise hakikat bilginleri ve tarikat meşâyihıdır. Kişinin kendi kendine ameli nefsini büyütür, ziyâdeleştirir. Ama bir mürşidin işâretine uygun olarak ve peygamberlerin ve evliyânın rehberliği ile amel etmek ise nefsi varlıktan kurtarır, perdeyi kaldırır ve tâlibi Rabbu’l-erbâb’a ulaştırır.”[12]İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân, II/388
Kur’ân’daki vesile ve tevessül kavramı, bir kısım tasavvufî anlayışlarda daha da genişletilerek “Allah’a yaklaşmak veya bir dileğin kabul edilmesini veya bir musibetin defedilmesini sağlamak için ermişlerin türbelerine gidip onların ruhlarından ve yatırlardan medet ummak“[13]Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 568. mânâsında anlaşılmıştır ki, bu anlayışı İslâm dininin inanç esaslarıyla telif etmek çok zordur. Bursevî’nin vesile anlayışına gelince, dinin esaslarına aykırılığı söylenemez. Zira onun izahı, sahabe ile Hz. Peygamber’in (s.a.s.) konumuyla tamı tamına örtüşmektedir. Yani Rasulullah bir mürşid-i kâmil, ashabı ise onun tilmizleri veya tasavvufî deyişle mürîdleri idi.
Hülasa: Tevessül, Allah’a yakınlaşmak için bir vesileye tutunmak veya bir vesile ile O’na yaklaşmak demektir. Tasavvufî manada tevessül ise daha ziyade, başta peygamberler olmak üzere vefat etmiş olan sâlih zatlar /âlimler, velîler vesile kılınarak, onların adı teberrüken anılarak Allah’tan bir şey istemek, arzu edilen bir şeyin elde edilmesi veya istenmeyen bir şeyin defedilmesi için O’na dua ve iltica etmek demektir. Bu ise, ‘Allah’ım, falan sâlih zatın veya âlimin hürmetine duamı kabul eyle!’ tarzında ifade edilmektedir. Bilhassa ülkemizde yaygın olan “bihurmeti Seyyidi’l-Mürselîn” ya da “bi hurmeti’l-mürselîn” şeklinde söylenir ve bunlarla peygamberlerle tevessül kastedilir. Bazen de, “bihurmeti’l-Fâtiha” denilerek Kur’ân’ın bir sûresi olan Fâtiha hürmetine, Allah’tan, duaların kabulü istenir.
Bu konuda özetle söylenmesi gereken husus şudur: Oldukça hassas olan Tevhid akidesine bir halel getirmeksizin, usûl ve âdâba riâyet ederek “Allah’ım, falan zatın hürmetine…hakkı için… senin katındaki değer ve mertebesinden dolayı duâmı kabul buyur.” demek sûretiyle yapılan tevessülde bir mahzur yoktur.[14]Zekeriya Güler, Vesîle ve Tevessül Hadislerinin Kaynak Değeri, Tasavvuf, Yıl:4, Sayı: 10, s. 90. Ne var ki İbn Teymiyye ve Elbânî çizgisindeki bir kısım zevat bu hususu gereğinden fazla abartarak, müminleri adeta şirk ile suçlamışlardır. Halbuki yukarıda zikredilen anlamdaki tevessülün pek çok örneği selef (Sahabe-Tâbiûn) döneminde yaşanmıştır, yani meşrûluğu sâbit bir husustur. Meselâ Hz. Ömer’in Hz, Rasûl-i Ekrem’in amcası olan Abbas ile yağmur duasına çıktığında tevessülde bulunması bilinen bir husustur. Burada dikkat edilmesi gereken ince nokta ise vesile kılınan zatın bizzat kendisi değil, o sâlih kişinin ameli veya Allah’a ve Rasûlüne olan muhabbetidir. Tevessülün ruhu ve esprisi burada yatmaktadır.[15]Güler, a.g.e, s. 91.
Kaynak: Doç. Dr. Mesut Erdal, 40 Soruda Şefaat İnancı
Dipnotlar
⇡1 | el-Ğazzî, İtkânu mâ Yahsünü mine’l-Ahbâri’d-Dâirati ale’l-Elsûn, I/348, Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, III/71. |
---|---|
⇡2 | Şihâbuddîn Ahmed ibn Muhammed, et-Tibyân fî Tefsîri Ğarîbi’l-Kur’ân, I/182. |
⇡3 | İbn Manzûr, XI/724. |
⇡4 | İbn Manzûr, XI/725. Ayrıca bkz. er-Râzî, Ebû Bekr, Muhtâru’s-Sıhâh, s. 300; Muhammed Abdurraûf el-Münâvî, et-Tevkîf alâ Mühimmeti’t-Teârîf, I/726. |
⇡5 | “Onların tanrılaştırıp yalvardıkları kimseler, “Ne yaparsam O’na daha yakın olabilirim?” diye Rab’lerine vesile ararlar. O’nun rahmetini arar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı gerçekten korkunçtur.” (İsra, 17/57). Bunlar, çeşitli şirk inançlarına göre gâh melaike; gâh Îsâ (a.s.) veya Uzeyr (a.s.) olabilir. Veyahut müşrik Cahiliye Araplarından bazılarının ibadet ettikleri bazı cinler olabilir ki o cinler ihtida edip Müslüman oldukları halde, onlara tapanlar, bundan haberdar olmamışlardı. (bkz.Suat Yıldırım, Kur’ân-ı Hakim ve Açıklamalı Meali). |
⇡6 | Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, I/321. Ayrıca bkz., Ebu’l-Berekât en-Nesefî, Medârikü’t-Tenzîl, I/281. |
⇡7 | Taberî, VI/227. |
⇡8 | İbn Teymiyye, Dekâiku’t-Tefsîr el-Câmiu li Tefsîri ibn Teymiyye, II/47. |
⇡9 | İbn Kesîr, II/53. |
⇡10 | Abdurrahman Seâlibî, el-Cevahiru’l-hisan, I/460. |
⇡11 | Âlûsî, Rûhu’l-Meânî fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Azîm ve’s-Seb’il-Mesânî, VI/125 |
⇡12 | İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân, II/388 |
⇡13 | Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 568. |
⇡14 | Zekeriya Güler, Vesîle ve Tevessül Hadislerinin Kaynak Değeri, Tasavvuf, Yıl:4, Sayı: 10, s. 90. |
⇡15 | Güler, a.g.e, s. 91. |