Lafzatullah ve Tedâî Ettikleri
Lafza-i celâle olan “Allah” kelimesi, Cenab-ı Hakk’ın zâtının ismidir ve bu isim, O’nun bütün esma-i hüsnasını ihtiva etmektedir. Üstad’ın ifadesiyle, “Allah (cc), esmasıyla malum, sıfatlarıyla muhat, zâtıyla mevcud u meçhuldur.“
Hakâik-i eşyâ, Cenab-ı Hakk’ın isimlerinin birer tecellisidir. Kainattaki o büyüleyen ışık ve renk kuşağı, o nakış ve sanat eserleri, evet hasılı eşya adına ortada bulunan her şey, hakâik-i esmâ-i İlâhiyedir. Bu tecelliler, bir sinema perdesinde kare kare alınan değişik resimlerin peşi peşine gelmesi sebebiyle kopukluğun hissedilmemesi gibi, herhangi bir inkıtaa ve inkisara uğramadan, peşi peşine ve sürekli devam eder durur. Evet varlık, esmâ-i İlâhi sağanağı karşısında, melekût regülasyonlarından geçerek, kendine has bir şekillenme içinde belli bir tecelli odaklaşmasıdır.
Allahu Teala’nın isimlerinin dışında bir de sıfatları vardır ki, bu sıfatlar, O’nun isimlerinin kaynağını teşkil etmektedir. Mesela Cenab-ı Hakk’ın “Mükevvin”, “Mukaddir”, “Musavvir” gibi isimleri, “Tekvin” sıfatından, kendi hayatını ifade eden “Hayy” ismi de “Hayat” sıfatından nebaan etmektedir.
Evet bu, bir yönüyle Cenab-ı Allah’ın kendisiyle muhat olması demektir. Çünkü zatında Allah muhittir ve aslâ muhat değildir. Yani O, bütün eşyayı çepeçevre kuşatmıştır. O’nu aşkın ve hâric hiçbir yer yoktur. O, her yerde hâzır ve nâzırdır. “O’nun kürsîsi bütün gökleri ve yeri kuşatmıştır.” (Bakara/255) Evet O, muhittir, kuşatandır; dolayısıyla da kuşatılamaz. O’nun emir ve fermanları belli bir kürsîden gelmektedir. Allah Rasulü’nün (sav) nurlu beyanları içinde, ışık hızıyla trilyon sene ötelerde bulunan galaksiler ve galaksiler.. O’nun kürsîsine nispeten çöle atılmış bir halka mesabesindedir.
Allah (cc) zâtı ile de mevcûd-u meçhuldür. O’nun vücûdu kabul edilmeden mevcudattan bahsedilemez. Zira kainatta mevcut bulunan başdöndürücü nizam ve ölçüler, O’nun ihtiyar ve takdirine delalet ettiği gibi, bütün varlık da heyet-i mecmuasıyla, O’nun vücûduna delalet etmektedir. Esasen, Hz. Vücûd’un kendine has ve enfes yorumlar vardır ama, ben meseleyi dağıtmak istemediğimden, müsadenizle o konuya girmeyeceğim.
Mesnevi-i Nuriye’de de ifade edildiği gibi, Lafz-ı celâl, Cenab-ı Hakk’ın bazı isimlerini “bi’l-mutabaka”, bazılarını “bi’l-iltizam” ve bazılarını da “bi’t-tazammun” ifade etmektedir. Mesala “Hâlık”ve “Rahmân” isimleri, “Allah” lafzını bi’l-mutabaka ifade etmektedir. Hâlık, “Allah’tan başka yaratıcı yoktur”; Rahmân ise, “dünya ve ukbada insanları rahmetiyle kucaklayan” demektir. Bazı isimler de vardır ki, Allah lafzı, o isimleri bi’l-iltizam ifade eder. Allah lafzının bütünleştiği o isimler söylenmezse, O’na bir nakise isnad edilmiş olunur. Oysa ki Allah (cc), noksanlıklardan münezzehtir. Cenab-ı Hakk’ın bazı isimlerinde ise, bir tazammun sözkonusudur. Yani Allah ism-i mubareki, mabud-u mutlak ve maksud-u bi’l-istihkak ünvanı olduğundan, bunları ihtiva eden bütün isimleri kuşatmaktadır. Öyleyse biz, “Allah” dediğimizde aynı zamanda bütün esmâ-i İlâhiyeyi de söylemiş oluruz.
Hz. Ebu Hüreyre (ra), esma-i hüsnâyı “doksan dokuz” olarak rivayet eden tek ravidir. Daha sonraki asırlarda ise, esma-i hüsna doksan dokuz olarak meşhur olmuştur. Aslında Kur’an-ı Kerim’deki esma-i İlahî sayılacak olsa, doksan dokuzdan çok fazla olduğu görülecektir. İhtimal ki, o zaman Hz. Ebu Hüreyre’ye bildirilen esma-i İlahiye o kadardı veya aklında kalanlar bunlardı. Vakıa, Cevşen’de de, müfret ve mürekkep olarak Cenab-ı Hakk’ın yüzlerce ismi vardır. Burada Goethe‘nin şu enfes sözünü hatırlamak da zannediyorum yerinde olur. “Seni onlarca, yüzlerce isimle çağırıyorlar. Ey Mevcudu Meçhul olan Zat! Seni binlerce isimle bile çağırsak, yine de zât-ı ulûhiyetin hakkında ciddi bir şey söylemiş olamayız.”
Evet, Cenab-ı Hakk’ın zatının ismi olan “Allah” lafzı, ism-i hâs olduğu için bütün esma-i İlâhiyeyi tazammun etmektedir. O (cc), isim ve sıfatlarıyla kainatta her an tecelli etmekte ve kainat da o başdöndürücü nizamıyla her dem bu hakikati haykırmaktadır.
Kaynak: Prizma 3, “Lafzatullah ve Tedâi Ettikleri“