Bu mesele, yerinde yeterince izah edilmiş olmakla beraber, burada da birkaç satırla açıklamaya çalışalım:
Her şeyden önce Allah (celle celâluhu), kulunun ileride iradesiyle nasıl davranacağını, Cennetlik ameller mi yoksa Cehennemlik ameller mi işleyeceğini, sonsuz ilmiyle ezelde bilir ve bildiği için yazar; yoksa kul, Allah (celle celâluhu) öyle yazdığı için Cennetlik veya Cehennemlik, saîd ya da şakî olmaz.
İkinci olarak, Allah (celle celâluhu), kulunun iradesini hangi yönde kullanacağını bildiği gibi, fiillerine tesir eden bütün sebepleri de bilir ve ona göre yazar. O insan üzerinde ailesinin tesir ve terbiyesi nasıl olacak, muhiti kendisini ne yönde etkileyecek, imana ya da küfre götürücü vesileler neler olacak ve o iradesiyle bunları nasıl aşacak, bütün bunları Allah (celle celâluhu) bilir ve ona göre yazar.
Biz, insanın Cennetlik mi Cehennemlik mi olacağını bilemeyiz; çünkü kaderden habersiziz. Hadisin beyanı içinde, sadece zâhirdeki davranışlarına, söz ve fiillerine bakar, bunları din ölçüsüne vurur, küfrünü gerektiren zâhir söz ve davranışları varsa, en fazla ‘kâfir’ der, fakat Cehennemlik diyemeyiz. Çünkü, zâhire göre davranma mecburiyetindeyiz. İşin hakikatine, o kişinin kalbine ve son nefesini nasıl vereceğine vâkıf bulunmadığımızdan, bu hususları Allah’a havale ederiz. Bugün ateist bildiğiniz birisi, bakarsınız bir zaman sonra imanı bütün bir insan oluvermiştir.
Burada yeri gelmişken, Almanya’da bir hoca arkadaşımızın şahit olduğu hâdiselerden birini nakledeyim:
Mescitler herkese açık, sohbet yapılıyor ve önemli bazı mevzular arz edilmeye çalışılıyor. Dinlemeye gelen gençlerden bir tanesi “Biliyor musunuz?” diyor, “Ben komünisttim.” Bu gence hemen ‘Cehennemlik’ der misiniz? Bu genç, bir kısım temiz arkadaşlarla tanışıyor, kendisine usulüne uygun olarak iman meseleleri takdim ediliyor ve bir cumartesi bu genci, yanında yabancı bir arkadaşıyla yatsı namazında görüyoruz. Ona da bir şeyler anlatılsın diye arkadaşını da getirmiş…
Evet, bu gence “Ben komünisttim.” dediğinde hemen ‘Cehennemlik’ yaftası vurup reddetseydiniz ne kazanacak ve son hâlini gördüğünüzde utanmayacak mıydınız? İnsanlar hakkında hüküm vermek ne vazifemizdir, ne de salâhiyetimiz dahilindedir.
Bir başka gencin, neslimizin hissiyatına tercüman olan şu sözlerine bakalım:
“Ben Köln’de kızıl bayraklar altında yürüyüşlere katılıyordum. Bir gün arkadaşlarımın yanına geldim. Sorular soruluyor, cevaplar veriliyordu. Komünizm sempatizanı olduğum için de bir tedirginlik duyuyor, konuşulanları can kulağı ile dinlemekle beraber, “Acaba totemlerime saldıracaklar mı, aleyhte söz söylenip, sloganlar atılacak mı?” diye teyakkuzda duruyordum. Bunların hiçbiri olmadı; fakat hiç duymadığım imanî mevzular anlatıldı. Aksi hâlde, tatmin olmayacak ve içki, kumar gibi alışkanlıklarımı da bırakmayacaktım.”
Yine soralım: Şu anda, hak ve hakikati başka insanlara da anlatmak için arabasıyla sağa sola koşturan bu genci, o hâliyle ve o yaşında nasıl Cehennem’e mahkûm edecektiniz? Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) yaptığı şekilde, ismi fıtratına uygun olarak ‘Yasir’ yapılan bu yiğidi hemen gayyalara mı atacaktınız?
İşte, verdiğimiz misallerde görüldüğü üzere Allah (celle celâluhu), insanın irade düğmesini bütün sebepleriyle hangi istikamette kullanacağını ve hangi istikamet üzerinde son nefesini vereceğini bildiği için, ruhlar âleminde veya anne karnında onun şakî-saîd, Cennetlik veya Cehennemlik olacağını yazar. İnsan da, hadisin ifadesiyle nasıl yaşarsa öyle ölür, nasıl ölürse öyle haşrolur. (Bkz.: Müslim, cennet 83; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned 3/331.) Bize düşen, Allah’tan (celle celâluhu) ümit kesmeden ve neslimizin geleceğini de karanlık görmeden çalışmak ve imana, hidayete vesile olma yolunda gayret göstermektir.
Kaynak: İnancın Gölgesinde I, “Kader ve İrade İle Alâkalı Müteferrik Meseleler”