İrade-i Külliye, avam halk arasında, Cenâb-ı Hakk’ın iradesine verilen bir isimdir. Fakat, sahabe, tabiîn ve tebe-i tabiîn döneminde bu ıstılah söz konusu değildir. Yani, onlar Cenâb-ı Hakk’ın iradesine Külli İrade; beşerin iradesine Cüz’î İrade dememişlerdir. Ne var ki, halkın meseleyi anlayabilmesi için böyle bir ıstılah vaz’etmede çok fazla zarar olmasa gerek. Tabiî, benim bu sözüm de yine tenkide açıktır.
Esasen böyle bir ıstılah, vak’aların neticelerinden çıkarılmış tabiî bir değerlendirme ifadesidir. Dolayısıyla da bu değerlendirmenin haklı bir dayanak noktası var sayılabilir.
Aslında, Cenâb-ı Hakk’ın iradesine Külli İrade denmekle, şu mânâlar kasdolunmuştur: Bütün irade Allah’a aittir. İrade, O’nun iradesine verilen bir isimdir. O murad buyurduğu zaman, başkasının iradesine bakmaksızın, murad buyurduğu şeyi yaratır. Burada, daha önce dikkatinizi çektiğimiz bir hususu yeniden hatırlatmak istiyoruz. Bazıları yanlış olarak, “O dilediğini yaratır, dilemediğini yaratmaz” der. Bu söz yanlıştır. Doğrusu şu şekilde olmalıdır: “Allah’ın (cc) olmasını murad ettiği şey olur. Olmamasını murad ettiği şey de olmaz.”
Kâinatta cebir hâkimdir. Allah (cc), kâinatı yaratırken hiç kimseye sormamış ve hiçbir iradeyi esas almamıştır. O, فَعَّالٌ لِمَا يُرِيدُ “Dilediğini yaratır.” (Bürûç, 85/16) Fakat, insanlara da bir irade vermiştir. Bu irade, insan için bir terakkî veya tedennî vasıtasıdır. İradenin verilişi Cenâb-ı Hakk’ın, Rahmân ve Rahîm isimleriyle alâkalıdır. Yani, doğrudan doğruya Cenâb-ı Hakk’ın bu isimlerin tecellisiyle insana bir lütfudur. Yoksa, İsm-i Azam ve “Allah” lafzı hesabıyla eşyaya bakacak olursak tüm kâinat ciddi bir cebir içinde çalkalanıp, durmaktadır. Evet, “Mülk sahibi mülkünde istediği gibi tasarruf eder”, kaidesi bütün varlıklar için geçerlidir. Sadece insandır ki, ona mahiyeti meçhul bir irade verilmiştir. O, bu iradesini hayra sarfettiği zaman, Allah (cc) hayrı yaratacak, şerre sarfettiği zaman da, eğer murad buyurursa, şerri yaratacaktır. Burada bizi böyle bir hüküm verme cüretine sevkeden de yine Cenâb-ı Hakk’ın Rahmâniyyet ve Rahîmiyyetine olan itimadımızdır.
Yani, biz hayrı istediğimiz zaman kat’iyen inanıyoruz ki, Cenâb-ı Hak o hayrı yaratacaktır. Fakat, bazen insanın istediği şerri Allah (cc) lütfu olarak yaratmaz. Mesela, birisi insanın kafasına girer, onu yoldan çıkarmak ister, o da ona meyleder. Fakat Cenâb-ı Hak o insanın ya mazide işlediği güzel bir ameli sebebiyle ya da istikbalde yapacağı iyi amelleri vesilesiyle onun dalâletini murad etmez ve onun için o kötülüğü yaratmaz. Hatta bir engel çıkarır ve onu öyle bir kötülükten alıkor, kötü yere gitmesine meydan vermez. Bu, Cenâb-ı Hakk’ın atâsıdır. Ancak, Cennet dahi bir bakıma insanın iradesini kullanmasına bağlı olduğundan, Cenâb-ı Hak hayır adına istenen şeyleri yaratır. Elverir ki insan bütün hayırları silip süpüren büyük bir günahla Cenâb-ı Hak’tan gelecek atâ ve ihsana liyakatını ortadan kaldırmış olmasın.
Kaynak: Kitap ve Sünnet Perspektifinde Kader