Yaratılan herşeyde, hâttâ zıtların biraraya gelmesinde bile, birbiriyle uygunluk görülmektedir. Vücudumuzun fizyolojik, anatomik ve ruhî yapılanışı ile yeryüzü, güneş, ay, yıldızlar ve galaksilerin yapılanışı arasında hiçbir aykırılık yoktur. Herhangi bir aykırılık mevzu bahis olsaydı, nebatlardan/bitkilerden, hayvanlardan ve aslî unsurlardan istifade ile ihtiyaçlarımızı temin edemeyecek, böylece hayatımızı idame ettiremeyecek, mahvolup gidecektik. Cenâb-ı Hakk birbirinin zıddı şeyleri hayatîyetimize mastar yapmakta, onlar arasındaki mübayenetle hayata ayrı bir neşve katmaktadır. Artı ve eksi kutupların zıtlarını çekip, aynılarını itmesi veya erkek ile dişinin birbiriyle alakası gibi münasebetlerin yanında, insan ile nebat arasındaki tatlı alışveriş gibi… Nebatat ile insanların, biri oksijen alıp karbondioksit verirken, diğerinin karbondioksit alıp oksijen vermesi… Adeta, ellerinde bulunan emtiayı takas ederek ticaret yapmalarını, arz ve talepleri ile yeryüzündeki hayatın devamına vesile olmalarını Cenâb-ı Hakk’ın kudret ve irâdesine vermediğimiz takdirde, cansız ve şuursuz atomlara yaratıcılık vermemiz gerekecektir ki, bu yüz derece akılsızlığı gösterecek bir hurafedir, deliliktir.
Diğer bir nokta da şudur: Her varlık zamanla çeşitli suretlere girer, hergün ayrı bir şekil alır. Bazı canlılar saniyede, bazıları günde, bazıları ayda, bazıları da yılda birkaç defa değişir, farklı suretlere girerler. İşte bunlar her bir şekil, tavır ve suret için ayrı ayrı modeller ve kalıplar ister. Siz, bezlere sarılmış bir bebek, sokaklarda oynayan bir çocuk veya arzularının itişi ile sağa-sola koşan bir delikanlı iken, ayrı ayrı tavırlar ve kalıplar içinde bulunursunuz. Kudret ve İrâde elinin ahirette göstereceği filimlere, her anınız, ayrı ayrı şekiller ve pozlar olarak kaybedilmektedir. İşte bu tavırların hepsi aslî hüviyetini kaybetmeyen ayrı kalıplar ister ki, herhangi bir tavır ve hareketinizin akabinde kafanızın duruşu, vücudunuzun endamı, iç organlarınızın şekli ile ahlak, huy ve karekterinizde kalıcı değişmeler olmasın.
İlim adamları karakter, manevî yapı ve maddî sima gibi hususiyetlerin kromozonlar tarafından taşındığını ve nesilden nesile aktarıldığını söyleyerek, herşeyi onlara bağlıyorlar. Ama tamamen maddeden müteşekkil ve değişmeye mahkum olan kromozonlar bu işi nasıl yapabilirler? Bütün hususiyetlerini, şifrelerini ve sırlarını kendi yerlerine geçen zerelere bırakmaya ve değişmeye mecbur iken nasıl oluyor da hiçbirşeyi karıştırmadan aktarabiliyorlar? Hangi sırla karekteristik yapılar değişmiyor, fizyonomiler bozulmuyor da uzuvlar kemal buluyor?
Hâlbuki mütemadi değişmeler var. Yenilen şeyler, teneffüs edilen hava, içilen sular, dışarıya atılan şeylerle yer değiştirirken; aslî unsurların hiç değişmemesi ve bozulmaması gösteriyor ki, eşya var edilmeden evvel bir hesap ve hendeseye tâbi tutulmuş, o planlar ve kanunlara göre Âlem-i şehadete gönderilmiştir. Böylece hiçbir karışıklık ve hecr-ü merç meydana gelmemiş, âlemler birbiriyle çekişmemiştir.
Mesela, Allah bir ağacı yaratırken, ona öyle bir mahiyet vermiştir ki, güneşin yakıcı şualarına maruz kaldığı hâlde zarar görmez, bilakis özümleme yaparak gelişmesini temin eder. O ağaca böyle bir karakter verilmeseydi, kavurucu güneş şuaları altında hayatîyetini devam ettiremeyecekti. Keza suda bulunan erimiş ve havada gaz hâlinde bulunan oksijen ile bunlara göre yaratılmış kara ve deniz hayvanlarının ciğerleri, solungaçları ve bunun gibi binlerce misal…
Sizi, binlerce koridora açılan bir kapıdan girmeye mecbur etseler. Geçeceğiniz o koridorların herbirinin adab, usul ve kanunları farklı; giyeceğiniz kıyafetler, yiyeceğiniz şeyler ve alacağınız tavırlar değişik; giriş-çıkış şekilleri, yürüme ve durma tarzları, kapıları açıp-kapama usulleri vs. hepsi ayrı ayrı olsa, siz, hiçbir bilgi ve tecrübeniz olmadan; muhakeme, irade ve insiyatiften mahrum olarak o koridorlara itilseniz, herşeye rağmen bir baştan girip öbür başa kadar, bütün usul ve kaidelere riayet ederek geçip, hiç hata yapmadan öbür taraftan çıkabilir misiniz? Böyle bir şeyin vukuu düşünülebilir mi?
Bütün mahluklar, hususiyle Ahsen-i takvim sırrına mazhar olan insan ruhî, bedenî, şehevî gadabî ve aklî yapısı, melekiyete ve şeytaniyete ait yönleriyle her an başka bir koridora, farklı bir Labirente girmekte, kendileri için meçhul olan mukadder ve muhakkak neticeye doğru, her şart ve duruma göre tavır ve şekil alırken aslî hüviyetlerini muhafaza etmektedirler. İşte bu hâl ve keyfiyet, Allah’ın siyanet bulutu hâlinde bütün eşyayı ihata eden mutlak ilmine, irâdesine ve mevcudiyetine delalet eder: “Allah vardır! Bütün sebepleri, sebeplerin de sebeplerini yaratan Müsebbib-ül Esbab O’dur.” der.
Kaynak: Hitap Çiçekleri