Burada, yanlış kanaatler neticesinde revaç bulan mesnetsiz ve çürük iki anlayış üzerinde duracağız. Eşyayı sebeplere vererek “sebepler yarattı” diyenler ile fen adına ortaya çıkıp Cenâb-ı Hakk’ın icraatını “tabiat kanunları”na vererek Allah’ı inkara yeltenenlere sille-i te’dib de bulanacağız. “Eşyayı sebepler yarattı” denilerek herşeyin bir meçhule bağlanması ilim adamı işlenen böyle bir cinayetin ifadesidir. Maalesef bu, kendini ilim adama sayan bir kısım insanlar nazarında da rağbet ve revaç bulmuştur. Hâlâ böyle bir muhal ve hurafenin tesirinde kalan bu insanlara Cenâb-ı Hakk’ın varlığını anlatmak, sebeplerin Allah’a ayine olduklarını göstermek lazımdır.
Meydana gelen herşeyin bir kısım sebeplere bağlı olduğunu görmekteyiz. Çiçeklerin tebessüm etmesi için yağmurun yağması, güneşin şualar neşretmesi, rüzgarın esmesi, toprağın tavına gelmesi, mevsimlerin değişmesi, yeryüzünün bütün gezegenler ile tenasüb içinde bulunması gibi sebeplerin içtimaı gerekmektedir. Ama bu sebepler gerçekten bir çiçeği yaratabilecek, ondaki revnekdar hayatı varedebilecek kabiliyet ve kudrette midirler? Üzerinde asıl durulacak ve düşünülecek nokta budur.
İnsanın ve diğer canlıların yaratılışını bir kısım sebeplere bağlayanlar: “Daha önce şöyle olmuştur, sonra anne ile babanın izdivacı, sonra döllenmeler, üremeler ve türemeler vuku bulmuştur…” gibi şeyler söylerler. Bir çocuğun yaratılışını, karanlıklar ve bilinmezler içindeki spermin yumurtaya ulaşmasını, yumurtanın döllenmeye hazır hâle gelip beklemesini, ceninin kan ve fışkı arasında ışıksız, havasız bir ortamda beslenmesini, doğum vakti gelince en uygun pozisyonu almasını ve diğer gelişmeleri annenin meşimenine verirler. Üstelik Cenâb-ı Hakk’ın mümtaz ve antika bir sanatı olarak kıymet ve değerini ancak O’nun bildiği ve ahsen-i takvim suretinde yarattığı insanın yaratılışını, bir kadın ile erkeğin şehevî hislerinin tatminine bağlayarak, onu sefil arzuların semeresi olarak mütalaa ederler.
Resûl-ü Ekrem’in huzuruna gelen dağdan inmiş, baldırı çıplak bir bedevi şöyle diyordu: “Bir yerdeki deve pisliği, oradan devenin geçtiğine delalet etmez mi? Bir yerdeki ayak izi, orada yürüyen birisinin mevcudiyetine delalet etmez mi? Sema burç burç nizam içinde, yıldızlar ve güneşler ahenkle hareket etmekte, yeryüzü vadi vadi insanlığın ihtiyaçlarına hitab edip cevap vermekte… Bütün bunlar, herşeyi yaratan ve herşeyi bilen Alîm ve Hakîm bir Allah’ın varlığına delalet etmez mi?” O baldırı çıplak bedevi, laboratuar tahlilleriyle bile Cenâb-ı Hakk’ın varlığını ve azametini göremeyen gafil ilim adamlarından daha ileriye gitmiş, esbab perdesini yırtmış, sebeplerin neticesine varıp Allah’ı bulmuş, idrak sahibi bir insandı.
Hayatın ve yaratılışın hiçbir sebebe bağlanamayacağını, “Hayat sırrı”nı izah ederken arz etmiştim. Hayat ve yaratılış bir muammadır ama, ötesinde bulunan mübeyyin kudret izleri ile müzeyyen bir muamma. Ve o muammayı çözmek, bahsi geçen bedevinin bakışı ve anlayışı içinde bakmakla mümkündür. Böylece kâinattaki çeşit çeşit eserler, çok çeşitli izler ve yollar görülecek, bilinecek, kör, şuursuz ve ma’nâsız şeylere bağlanılmayacaktır.
Kaynak: Hitap Çiçekleri