Herşeyden önce şunu ifade etmek gerekir ki, enbiya-ı izâma vahiy getiren melek, sadece Cebrail (as) değildir. Hz. Cebrail’le beraber Hz. Mikail’in, Hz. İsrafil’in ve hatta hiç bilinmedik bir meleğin de peygamberlere vahiy getirmesi söz konusudur. Ancak vahiy, genelde Cibril’le tanınmakta ve “Cibril” denildiğinde de “vahyin emîni bir melek” akla gelmektedir. Evet, Hz. Cebrail vahiyle böylesine bütünleşmiş büyük bir melektir. Cebrail’in bir diğer misyonu, enbiya-ı izâmı korumaktır. Nitekim Cebrail (as), Mikail (as) ile birlikte Bedir’de Efendimiz’i (sav) düşmana karşı korumuşlardır.
Hz. Cebrail’in bir diğer misyonu ise Bedir’de “ukdum Hayzum” diyerek atını sağa-sola koşuşturarak düşmanları kırbaçlamak suretiyle yaptığı gibi bir taraftan düşmanların moralini bozmak, diğer taraftan da inanan insanların kuvve-i maneviyelerini takviye edip onları şahlandırmaktır. Bunlar gibi Cebrail’in daha değişik misyonları vardır, ama bu misyonları arasında en önemlisi onun “vahiy meleği” olması ve vahiy getirmesidir. Kur’an-ı Kerim’de bu mübarek melekten bahsedilirken onun Allah’ın her emrine karşı iki büklüm, inkıyad içinde bulunduğu ve makam itibariyle de “emîn” olduğu bildirilmektedir (Tekvîr, 81/21) ki bu, Hz. Cibril’in önemli bir vasfıdır. Cibril-i Emîn, gelecekte tamamen emanetle irtibatlı önemli bir vazifeyi yükleneceğinden, yüklendiği bu vazifeyi tam ve bihakkın eda edeceğinden dolayı bu önemli vasıf bizzat Cenab-ı Hak tarafından ona adeta bir ilk lütuf ve bir avans olarak bahşedilmiştir.
Enbiya-ı izâm gibi bir elçi olması itibariyle Cibril-i Emin’in de emin olmasının yanında daha başka sıfatları da vardır. Ama ihtimal ki bu sıfatlar, onun bir melek tabiatı taşıması ve zaten başka türlü olamayacağından dolayı ayrıca zikredilmemiştir. Mesela enbiya-ı izâmın “iffet” sıfatı vardır; ancak melekler zaten şehevânî duygu taşımadıkları için haramlara karşı kapalı sayılırlar; bu açıdan iffet, tabii olarak Hz. Cibril’in önemli bir yanı ve derinliği olmasına rağmen, o iffetle nazara verilmez. Aynı zamanda melekler yalan söylemeyen varlıklardır. Daha doğrusu Hakk’ın mükerrem ibadıdırlar. Evet onlar, Allah’ın emirlerine kilitlenmiş olduklarından tabiatları itibariyle yalana kapalıdırlar. Öyle ise sıdk (doğruluk) onların tabiatı demektir. Doğruluk, haddizatında emniyetin bir yanı olduğundan dolayı bu husus emanet içinde de mütalaa edilebilir. Enbiya-ı izâm, insanları tiksindirip kaçıracak yara, bere, hastalık.. vb gibi kusurlardan mualla, müberra ve mukaddestirler. Cibril de bir melek olduğu için tabiatı daima güzelliklere açıktır ve kendisi için kusur sayılabilecek her türlü durumdan mualla, müberra ve mukaddestir.
Cibril’in tabiatı tek buutlu değildir. İbn Arabi Hazretleri, Cenab-ı Hakk’ın bir kısım isimleri okunduğunda cinlerin halden hale geçip değişik şekil aldıklarını söylemiştir. İhtimal cinler gibi melekler de Allah’ın isimlerinden bazılarını okuduklarında o isimlere göre değişik şekillerde temessül edebilmektedirler. Efendimiz’in (sav) vahyin kendisine nasıl geldiğini soran Hâris bin Hişam’a vermiş olduğu şu cevap da bu hakikatı ifade etmektedir:
“(Vahiy) Bazen çıngırak sesi gibi gelir ki bana en ağır geleni de budur. Benden o hal zail olur olmaz (meleğin) bana söylediğini iyice bellemiş olurum. Bazen melek bana bir insan olarak temessül eder. Benimle konuşur. Ben de onun söylediğini tastamam bellemiş olurum…” (Buhari, Bed’ul-vahiy, 2)
Nüzul şekilleri farklı farklı olan bu vahyin bir kısmını değişik şekillerde tecelli ederek Cibril-i Emin tebliğ etmiştir. Öyle ise Cibril değişik şekillere girebilme ve her an değişebilme kabiliyetine sahip bir varlıktır. Efendimiz (sav) onu asıl keyfiyetiyle sadece iki defa görmüştür ki, bunlardan ilki Mekke’nin doğusunda Ciyad denilen yerde, ikincisi ise Miraç’da Sidretü’l-müntehâ‘da vuku bulmuştur.
Melekler, sınırsız denebilecek kadar buutları olan engin varlıklardır. Onların sahip oldukları bu buutlar genelde “kanat” olarak da ifade edilmiştir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de de melekler “ulî ecnihatin” ifadesiyle tavsif edilerek onların “kanat sahibi” varlıklar oldukları bildirilmiştir. (Bkz: Fâtır, 35/1) Evet, meleklerin kendilerine has derinlikleri vardır. Onlar bu derinlikleri ile değişik temessül keyfiyetlerini haizdirler ve bu hususiyetleri ile onlar bir anda hem Efendimiz’in huzurunda vazife icrasıyla meşgul, hem Allah’ın azameti karşısında mehâbet ve mehâfetle iki büklüm, hem de bir başka yerde bir mazlum, mağdur ve mahkumuna imdat etmekte ve bir başka yerde de başka birinin kuvve-i maneviyesini yükseltmektedirler. Melekler, nurânî varlıklar oldukları için temessülleri de nurânîdir ve pek çok aynada bütün hususiyetleri ile birden tecelli edebilirler. Nitekim Üstad Bediüzzaman “nurânî bir şey hadsiz ayineler vasıtasıyla hadsiz yerlerde bizzat bulunabilir ve temessül edebilir” (Mektubat, s. 351) sözüyle bu hakikate işaret etmektedir. İşte böylesine engin temessül kabiliyeti olan bir meleğin herhangi bir kusurla vasıflandırılması elbette mümkün değildir. Dolayısıyla bu yönüyle de ayıp ve kusurlardan müberra olma da meleğin tabiatıdır denebilir.
Tekrar emniyet mevzuuna dönecek olursak; Cibril melek olduğu için zaten emindir ve o, Cenab-ı Hak vahyi kime götürmesini emretmişse ona götürmüştür. Burada bir taraftan Yahudiler’den diğer taraftan da Râfizilerden bir kısım insanların Cibril hakkındaki yanlış tarz-ı telakkilerine karşı cevap vardır. zira Cenab-ı Hak, ona vahyi, ne Yahudilerden herhangi birisine ne de Hz. Ali’ye (ra) değil İnsanlığın İftihar Tablosu’na götürmesini emretmiştir ve Cibril (as) de O’na (sav) götürmüştür. Belağatta, sözü söyleyen kimsenin cümlenin içinde yer alan hükmü kendisinin de bildiğini muhataba bildirmesine “lazım-ı faide-i haber” denir. Yani o haberde mutlaka gözetilen bir fayda ve maslahat vardır. Dolayısıyla ayet-i kerimede Cibril’in emin olmasının vurgulanması, Cibril’in emin olması mevzuunda şüphe ve tereddüt olduğundan dolayı değildir. Zira Cibril’in emin olduğu zaten malumdur. Kur’an-ı Kerim bu ifadesiyle Yahudiler ve daha sonra zuhur edecek Râfiziler gibi bir kısım kimselerin onunla alakalı münasebetsiz iddialarını önlemek için Cibril’in emniyetini nazara vererek muhtemel inhirafları önlemek istemiştir.
Bütün resuller emindir, çünkü emanet, her peygamberin sıfatıdır. Cebrail de (as) Efendimiz’e (sav) vahyi getirme makamında anıldığından dolayı, o makamda önemli olan emniyet sıfatıyla yadedilmiştir. Mevzuyu bir misalle tavzih edecek olursak; mesela hırsızlık ve yolsuzluk yapması söz konusu bile edilemeyecek bir insanın hırsızlık ve yolsuzluğa müsait olmayan, fakat açık saçık kadınların bulunduğu bir çarşı ve pazarda dolaştığını düşünelim. Bu insanın “nezahetini” ifade için “bu adam hırsızlık ve yolsuzluk yapan bir insan değildir” yerine “bu kişi çok iffetlidir” denilir. Çünkü o zemin, hırsızlık ve yolsuzluğun yapılmasına müsait değildir. Oralarda dolaşan bu insan, göz, düşünce veya hayal zinası yapabilir ve hatta fiilen o işin içine yuvarlanabilir. Genel atmosfer, hırsızlık ve yolsuzluğa müsait olmadığından dolayı o kişinin bu yönüyle alakalı herhangi bir şey değil de, onun “afif” olduğu söylenir. Bu insan, sadece iffeti nazara verilip iffeti adına müdafaa edildiği zaman bu, onun diğer güzel vasıflara sahip olmadığı manasına gelmez. Zira o kişinin konumu ve üzerinde durulması gereken husus itibariyle orada onun iffetli olduğuna dikkat çekilmesi gerekmektedir. İşte Cibril de söz konusu ayet-i kerimede peygamberlere mesaj getirmesi ve onlara elçilik yapması konumu ile ele alınmaktadır. Öyle ise orada önemli olan mesele, Cibril’in peygamberlere getireceği mesaj mevzuundaki emniyetidir. O, Cenab-ı Hakk’tan aldığı mesajları “emin” olarak getirmiştir ve onun emanete hıyanette bulunması da söz konusu değildir. İşte böylesine değişik mülahazalarla hem şahsının emin olması, hem de şahsı hakkında “emin değildir” vehmini izale etmesi, ayrıca Yahudi ve Râfizilerin yanlış mülahazaları gibi değişik düşüncelere karşı, vahyi getirmede emniyet yanının hususiyet arz etmesinden dolayı Cibril, Kur’an-ı Kerim’de daha ziyade o yanıyla ele alınmış ve onun emin oluşuna dikkat çekilmiştir. (Allahu a’lem)
Kaynak: Yol Mülahazaları, “Vahyin Emin Elçisi: Cebrail”