Evin reisi erkek olduğu için aileyi geçindirmek, çoluk çocuğun nafakasını temin etmek ona ait bir vazifedir. Kadının aslî görevi ise evine kocasının istemediği insanları almamak, kocasını memnun etmek, çocuklarının terbiyesiyle meşgul olmaktır. Dinimizin birer ölçü olarak belirlediği roller genel olarak böyledir.
Kadın, kocasının izni dairesinde çalışıp para kazanabilir. Kadının kazandığı para hukukî açıdan kendisine ait olsa ve bu parada istediği şekilde tasarruf hakkı bulunsa da meseleyi diyanî (dinin pratiği) ve evliliğin birlik ve bütünlüğü açısından düşündüğümüzde, kocasıyla paylaşmasının, onunla istişare ederek harcamalarda bulunmasının daha güzel olduğu muhakkaktır çünkü kadına çalışma iznini veren erkektir. O izin vermese, kadın dışarıda çalışamaz. Çalışsa da bu, câiz olmaz. Diğer yandan kadının çalışmasının, erkeğe ekstra bazı vazifeler yüklediği de bir gerçektir. Dolayısıyla kadının, kazandığı parayı kocasına vermesi ve bu paranın kocanın elinde istişareli bir şekilde harcanması daha uygundur. Böyle bir uygulama, ailenin kuruluş hikmetleri açısından gerekli ve zaruridir. Miras ve mehir gibi tamamen kadına ait mal ve paralarda ise kadın serbesttir fakat burada da yine paylaşmak ve istişareli harcamak tavsiye edilir.
Çalışan kadın hakkındaki bu söylediklerimiz kabul edilmeyecek olursa ne olur? Yani, kadın kendi kazandığı parayı tamamen kendine ayırsa, kendi harcasa kendi yese, eve birtakım şeyler alsa bile kocasına bu konuda hiç bilgi vermese, danışmasa ne mahzuru vardır? Böyle bir evin hâlini düşünmek lazım. Erkek bu konuda rahatsız olmaz mı? Bu rahatsızlık bir emniyetsizlik oluşturmaz mı? Hâlbuki kadın ve erkeğin, anlaşma yapıp imza atarak oluşturdukları sıcak bir yuvanın ilk şartı karşılıklı güven ve sevgidir. Öyleyse bu güven ve sevgiyi sarsacak her türlü muamele ve âdetlerden kaçınmak gerekir.
Denebilir ki evin erkeği hiç rahatsız olmuyorsa, bu durumda da kadının serbest harcama yapması câiz midir? Belki böyle erkekler bulunabilir ama bunlar çok azdır. Yani, hanımının yaptığı harcamalar karşısında kalbinde hiçbir rahatsızlık duymayacak erkeklerin bulunması nadirdir. Gerçekten hiç rahatsız olmasa bile, acaba bir evde bulunması gereken güvene, emniyete, karşılıklı anlayışa hiç mi zararı dokunmayacaktır? Oysaki aile bir şekilde birbirlerine katlanan insanların yaşadığı, ne kadar oluyorsa o kadarlıkla iktifa edilen bir yer değildir. Aksine orası, sürekli yükselen bir huzurun, devamlı köpürüp derinleşen bir emniyet ve sevginin yaşandığı cennet bahçelerinden bir bahçedir. Zannediyoruz, ailenin mahiyeti, bir yuvanın niçin kurulduğu, evlilik akdinin nasıl ebedî bir sözleşme olduğu hususları tam anlaşılsa, orada ne ekonomik, ne şahsî, ne de başka cinsten hiçbir problem kalmaz. Zamanımızda, aile içerisinde yaşanan hemen hemen bütün problemler, ailenin ne demek olduğunu, evliliğin nasıl büyük bir mana taşıdığını anlayamamaktan kaynaklanmaktadır.
Bizde şu sıralarda, batı tarzı bir aile yapısı oluşmaya başladığı için kadınlar özgürlük adı altında kazandıkları parayı kendi kontrollerinde tutup kocalarına karşı “Sen kazanıyorsan ben de kazanıyorum.” türü bir tavır takınabilmektedirler. Bu ise “âile” denen mukaddes müesseseyi temelinden sarsıyor. Güvensizliğin, hazımsızlığın oluştuğu böyle bir ortamda ise kavga gürültüyle başlayan süreç, çoğu zaman boşanmayla son buluyor. Boşananlar belki başlarının çaresine bakarlar ama ortada birçok sahipsiz, yuvasız ve sevgiden mahrum yetişen çocuk kalıyor. Olan da büyük oranda onlara oluyor.
Evet, hukukî açıdan kadının para ve mal konusunda bazı hakları olsa da içinde bulunduğu yuvanın en önemli bir rüknü olarak, kocasıyla istişareli hareket etmesi, aile kavramının ruhuna en uygunudur. Diğer türlü aile, aile olmaz. Bu konuda, kocası çalışamadığından kendisi çalışmak zorunda kalan kadının da aynı konumda olduğunu düşünüyoruz. Böyle bir kadının en azından, yaptığı harcamaları kocasıyla paylaşması gerekir. Kaldı ki çalışmaktan aciz kalan bir erkeğin, evini geçindiren hanımını sıkıştırması ve ondan zorla para almaya kalkması gibi hâdiseler nadir yaşanır. Böyle nadir vak’alarda, gereken tedbir alınmalıdır. Yani kadının bu durumlarda, evini geçindirecek şekilde parayı elinde tutması gerekir.
Burada şu hususa da dikkat çekmek gerekir: Bazen koca serkeş olur. Mesela sık sık içki içer, eve sarhoş gelir. Kumar oynar, para harcamayı sever ve paranın nereye gittiğini bilmez. Bu durumda, kadın eğer para kazanıyorsa, ailesinin geçimini aksatmamak için bir kısım gizli harcamalarda ve birikimlerde bulunabilir. Bu da yine yuvanın devamı, en azından çocukların saadeti için şarttır.
Kadın, kazandığı parayı kendi kontrolünde tutmak istiyor ve bu durum aile içinde bir problem şeklinde kendini gösteriyorsa, erkek, ailenin sıkıntı yaşamaması, yuvanın dağılmaya doğru gitmemesi için bu türlü durumlarda alttan alması ve yapıcı olması gerekir. Yapması gereken diğer bir husus da hanımının hayırlı işler için bağışlarda bulunması, infak etmesi için teşvikte bulunması olabilir. Böylelikle hayır yollarında vermeye alışan kadın, zamanla kendi parasını kocasıyla paylaşabilecek, en azından kocasının yapacağı hayırlı işlere mâni olmayacaktır.
Kaynak: Kadın ve Aile İlmihali