Kazâya kalmış namazların kazâsı da farzdır. Esâsen, namazı bile bile kazâya bırakmak büyük günahtır.
İmam Şafiî ve İmam Malik’e göre, farz namazların sünnetleri, kazâ niyetiyle o namazın kazâsı olarak kılınabilir. Çünkü farz, sünnetten çok daha faziletlidir.[1]Bkz.: el-Cezîrî, el-Fıkh ale’l-mezahibi’l-erbaa 1/446.
Hanefî fukahâsı, sünnetlerin kaza yerine kılınmasına yumuşak bakmamıştır. “Sünneti sünnet yerine, kazâyı da kaza yerine kılmak gerekir” demişlerdir.[2]et-Tahtâvî, Hâşiye ale’l-Merâki’l-felâh 1/290: İbn Âbidîn, Hâşiye 2/74. Gerçi İbn Nüceym, bu hususta İmam Şafiî ve İmam Mâlik’in görüşünü benimsemişse de, farz namazını terkle, zaten büyük bir günaha girmiş olan insanın, o açığını kapatmak için bir de sünnetleri terk etmesi pek uygun olmasa gerek. Namazı kazaya kalan kişinin sabah-akşam Rabbisine duâ ve tazarrûda bulunması gerekirken, Allah Rasûlü (sav)’nün seferde ve hazerde terk etmediği ve kılana cennet köşk ve saraylarının va’dedildiği, tamamı 12 rek’atı bulan revâtib sünnetlerin[3]Bkz.: Müslim, salâtü’l-müsâfirîn 101; Dârimî, salât 144; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 6/327. kazâ namazına fedâ edilmesi akla da, tab’a da münâsip gelmemektedir.
Ayrıca, Allah Rasûlü (sav), bir hadis-i şeriflerinde, Cenâb-ı Hakk (cc)’ın, kulunun eksik farzlarını kıldığı nâfilelerle tamamlayacağını beyân buyurmuşlardır.[4]Tirmizî, salât 188; Ebû Dâvûd, salât 144; İbn Mâce, ikâmetü’s-salât 202. Bu sebeple, fevt edilmiş farz namazlar kazâ edilmeli, nâfileler de nâfile olarak kılınmalıdır. “Kazâ namazım çok, ömrüm hepsini kılmaya yetmez” diyenler varsa, Allah böyleleri için inşâallah, o âna kadar kazâ adına sergiledikleri gayret ve kalplerinde taşıdıkları azim, niyet ve kararlılığına göre hüküm verir. (Kaynak: Fasıldan Fasıla 2, “Kaza Namazları”)
**
Dipnotlar
⇡1 | Bkz.: el-Cezîrî, el-Fıkh ale’l-mezahibi’l-erbaa 1/446. |
---|---|
⇡2 | et-Tahtâvî, Hâşiye ale’l-Merâki’l-felâh 1/290: İbn Âbidîn, Hâşiye 2/74. |
⇡3 | Bkz.: Müslim, salâtü’l-müsâfirîn 101; Dârimî, salât 144; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 6/327. |
⇡4 | Tirmizî, salât 188; Ebû Dâvûd, salât 144; İbn Mâce, ikâmetü’s-salât 202. |