Kelime anlamı itibariyle “Kur’ân” kelimesi, farklı anlamlara gelmektedir. Ancak en fazla kabul edilen görüşe göre o, tilavet etmek ve okumak anlamına gelen karae kelimesinden türemiştir. İslâm’ın başlangıcından günümüze kadar da zaten müslümanlar arasında Kur’ân, Allah’ın Hz. Muhammed’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) gönderdiği ilâhî kelamın özel ismi olarak yaygınlık kazanmıştır.
Terim olarak ise Kur’ân’ı şöyle tanımlamamız mümkündür: “Vahiy yoluyla Hz. Muhammed’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) indirilmiş, mushaflarda yazılmış, tevâtürle nakledilmiş, tilâvetiyle ibâdet edilen mu’cizevî ilâhi bir kelamdır.”
Yukarıdaki tarifi biraz açacak olursak şunları görürüz:
Vahiy yoluyla Hz. Peygambere indirilmiş ilâhi kelam olması: Bu şu demektir, ne kadar mükemmel olursa olsun, Allah’ın sözünün dışındaki hiçbir şey Kur’ân olarak isimlendirilemez. Bu konuda gerek Hz. Peygamberin gerekse diğer insanların söylemiş oldukları sözler olsun farketmez. Bunlardan hiçbirinin Kur’ân olarak isimlendirilmesi mümkün değildir.
Mushaflarda yazılmış olması: Bu da Kur’ân’a has bir husus olup, indiği andan itibaren vahiy katipleri tarafından gayet büyük bir titizlikle o dönemin şartlarına göre çeşitli yazı malzemelerine yazılmış, Hz. Peygamberden sonra da aynı titizlikle bir araya getirilmiş ve çoğaltılmıştır. Günümüze kadar da hiçbir değişikliğe uğramaksızın Kur’ân bize kadar ulaşmıştır. Böyle bir özellik de ancak Kur’ân’a nasip olmuştur.
Tevatürle nakledilmiş olması: Kur’ân’ı, asla yalan üzerinde birleşmeyecek, hata yapmayacak büyük bir topluluk nakletmiştir. Bu sağlam nakil işi hem Cenâb-ı Hakk tarafından Hz. Peygambere gelişinde ve hem de Hz. Peygamberden bütün insanlığa aktarılmasında söz konusudur. Bu özellik de diğer kitaplara değil, ancak Kur’ân’a ait bir hususiyettir. Diğer kitapların bırakın nesilden nesile mütevatir olarak aktarılmasını, gerek hafızalarda ve gerekse yazılı olarak korunması dahî söz konusu olmamıştır. Yüce Yaratıcı Kur’ân-ı Kerîm’e “Andolsun biz Kur’ân’ı öğüt almak için kolaylaştırdık. . .” (Kamer 54/22. Ayrıca bkz: Kamer 54/22, 32, 40; Meryem 19/97; Duhân 44/58) gibi âyetlerde de bildirdiği gibi, insanların ezberleyebileceği mükemmel bir hususiyet vermiştir. Bu öyle bir hususiyettir ki, başka bir kitaba nasip olmamıştır. Hatta anlamını dahî anlamaksızın baştan sonuna kadar Kur’ân’ı ezberleyip, bir harf hatası bile yapmaksızın onu okuyan binlerce insan vardır. Ve aynı zamanda bu sayı günden güne azalmayıp, aksine çoğalmaktadır.
Okunmasının ibadet sayılması: Kur’ân’ın sadece okunması dahî ibadet sayılmıştır. Bunun yanında müslümanlığın önemli bir şartı olan namaz ibadetinin kabul olması için, namaz kılan kimsenin ondan bir bölüm okuması mecburi kılınmıştır.
Mu’ciz bir kelam olması: Kur’ân’ın en büyük özelliği, insanları benzerini getirmekten âciz bırakan bir konumda olmasıdır. En kısa bir sûre de olsa Kur’ân’ın tamamı bu özelliğe sahiptir. Ve böyle bir özelliğin onda mevcudiyeti, onun Allah kelamı olduğuna en büyük bir delildir. Şu âyetler de bunu vurgulamaktadır:
“Ey Muhammed! De ki: “Yemin olsun, eğer insanlar ve cinler bu Kur’ân’ın benzerini getirmek üzere toplansalar ve birbirlerine yardımcı olsalar bile, yine onun bir benzerini meydana getiremeyeceklerdir.” (İsra, 17/88).
“Eğer kulumuz (Muhammed)’e indirdiğimiz (Kur’ân)den şüphe içinde iseniz, haydi onun gibi bir sûre getirin, Allah’tan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın; eğer doğru iseniz. Yok yapamadıysanız ki hiçbir zaman yapamayacaksınız, o halde yakıtı insanlar ve taşlar olan, inkârcılar için hazırlanmış ateşten sakının.” (Bakara, 2/23-24).
Kaynak: Kur’an İklimine Seyahat, Muhittin Akgül