مَا جَعَلَ اللّٰهُ لِرَجُلٍ مِنْ قَلْبَيْنِ فٖي جَوْفِهٖ, وَمَا جَعَلَ اَزْوَاجَكُمُ الّٰٓئٖ تُظَاهِرُونَ مِنْهُنَّ اُمَّهَاتِكُمْ, وَمَا جَعَلَ اَدْعِيَٓاءَكُمْ
اَبْنَٓاءَكُمْ, ذٰلِكُمْ قَوْلُكُمْ بِاَفْوَاهِكُمْ, وَاللهُ يَقُولُ الْحَقَّ وَهُوَ يَهْدِي السَّبٖيلَ
Allah, hiçbir adamın içinde iki kalb yaratmamıştır. Kendilerine zıhar yaptığınız eşlerinizi anneleriniz kılmamıştır. Evlatlıklarınızı da öz oğullarınız kılmamıştır. Bunlar ağızlarınızla söylediğiniz mânasız sözlerden ibarettir. Allah gerçeği söyler ve doğru yola iletir. (Ahzab, 33/4)
Burada herhalde, bizim bildiğimiz bir et parçasından ibaret olan kalbi anlamamak lazım. Âyetteki ifade daha şümullüdür ve âyetin siyakı da âdetâ o şümûlün bir televvün buudu gibidir. İnsan şirk ve tevhide, ihlasa ve riyaya, gerçeğe ve yalana, hakka ve batıla, açık iki kalp taşımaz. Ak, ak, kara da karadır. Ne annelerinize benzettiğiniz hanımlarınız anneleriniz, ne de “evlâdım” dediğiniz çocuklar evlâdınızdır. Sizinki bir zan ü tahminden ibaret. Gerçek Allah’ın bilip bildirdiğinden ibarettir.
Kadim Araplar, zeki ve akıllı kimselerin iki kalp taşıdığına ve eşlerin “zıhar” yapılmasıyla zıhar yapılan kadının kişinin kendi öz annesi gibi olduğuna inanıyorlardı. İslâm bu iki inanış biçimini de iptal etmiştir.[1]Bkz.: el-Beyzâvî, Envâru’t-tenzîl ve esrâru’t-te’vîl 4/363.
Burada Zeyd b. Harise hâdisesi âyetin sebeb-i nüzulü olarak zikredilir.[2]Bkz.: Mücahid b. Cebr, Tefsîru Mücahid 2/513; et-Taberî, Câmiu’l-beyân 21/119-120. Tabii her şeyde adi de olsa bir sebep vardır. Ne var ki, burada sebebi aşan daha muhkem birşey söylenmek istenmektedir. Yani insanın bir anası ve babası varsa, artık hiçbir şekilde başkası onun anası veya babası olamaz. Tabii evlâd edinmekle de olsa olamaz. İşte esbab-ı nüzulün dar ma’nâda anlattığı budur.
Daha geniş ma’nâda ise, her devirde, herkes dual olabilir, dual görünebilir. Zaten bir taraftan zıt, diğer tarafa hafif bir meyil gösterince arkası kesilmez gelir. Oysa İslâm buna cevaz vermez. Bir insan çeşitli doktrin, sistem ve değişik yollara takıldığı halde, Allah yolunda olduğunu da söylüyorsa, âyetin ifadesiyle sinesinde iki kalp taşıyor demektir. Halbuki bu âyet böyle bir şeyi reddediyor ve olamayacağını hatırlatıyor. Başka yerde de Allah (cc) “Muhakkak Allah indinde din, (yalnız ve yalnız) İslâm dinidir” (Âl-i İmrân sûresi, 3/19) buyuruyor. Ve yine “İslâm’dan başka din, hiç kimseden kabul edilmeyecektir” (Âl-i İmrân sûresi, 3/85) diyerek ikiliği söküp atıyor.
Evet, yol bir olunca kalp de bir oluyor, Öyle ise değişik yollara düşenler düşünce, tasavvur ve kalbî hayatlarında da dağınıklıktan kurtulamayacaktır. Gerisi yine âyetin ifadesiyle ‘ağızla söylenilen’ (Ahzâb sûresi, 33/4) mücerred sözlerden ibarettir. Bir kimse, hem “Müslümanım” diyecek, hem de inkârcı bir tavır sergileyerek dine hakaret edecek, Kitab’a sövecek, Peygamber’e dil uzatacak.! Bu apaçık bir sapıklık ve o kahrolası dual yaşama biçimidir. Günümüzde çağdaş yaşama biçimi ve laiklik anlayışı ile dindar geçinme böyle bir paradoksun en tipik misalidir.
Kaynak: Fasıldan Fasıla II, “İki Kalb”
Dipnotlar