Bir mümin için nükte ve latife, insanları güldürmek, onların hoplayıp zıplamalarını sağlamak ve onlara kahkaha attırmaktan öte manalar taşır; bir yandan hikmet ifade eder, diğer yandan da insanları tefekkür ufkunda dolaştırır. Gereğinden fazla olan şaka ve latifeler laubaliliğe, çok gülmeye, kalbin kararmasına, zamanı boşa geçirmeye ve bazen de insanları kırmaya sebep olması bakımından sakıncalıdır. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), kahkahaya sebep olan, Allah’ı anmaktan alıkoyan ya da insanların onurunu yaralayarak saygı ve vakarı yok eden latifeleri yasaklamıştır. Müslümanlar arasında, “Latife latif (nazik, şirin ve ince) gerek” anlayışı çok önemli bir düstur olagelmiştir. Ayrıca, latife veya nüktede yalan sözün bulunmaması gerekir. Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Ben latife yaparım ama doğru konuşurum.” buyurmuş ve latife yaparken dahi sözlerin doğru olması gerektiğini vurgulamıştır.
Evet, Peygamber Efendimiz (aleyhi ekmelü’t-tehâyâ) da yer yer latife yapmıştı. Fakat, O’nun latifeleri ciddiyet televvünlü ve aynı zamanda hak ve hakikat yörüngeliydi. O, bir taraftan, hürmet duygularını davet eden bir vakar ve heybet, diğer taraftan da sevgiyi celbeden bir tevazu ve mahviyet içinde bulunurdu. İnsanları sürekli tebessümle karşılardı. Busîrî, Kaside-i Bürde’sinde bu hususa dikkat çekerek, “Yalnızken Fahr-i Kâinat Efendimize mülaki olsan, celâleti hasebiyle O’nu kalabalık asker arasında ve bir ordunun başındaymış gibi ciddi bulurdun.” dedikten sonra sözlerini mealen şöyle sürdürür: “Onu ashabına karşı da öyle mütebessim görürdün ki, sadef içinde saklanan incinin o Nebiy-yi Zişan’ın mahall-i kelam ve tebessüm madeninden çıktığını sanırdın.” Resûl-ü Ekrem Efendimiz öyleydi; sürekli müjde veriyor olma edasıyla hep mütebessim bir çehresi vardı. Fakat rivayetlere göre, hayatı boyunca sadece üç defa –kendisine yakışan keyfiyet içinde– gülmüş ve asla gayr-i ciddiliğe geçit vermemişti. Bununla beraber, tebessüm etme, insanlara yumuşak davranma, herkese bağrını açma ve yanında herkesin rahat hareket etmesine imkân verme hususlarında örnek olmuş; gerekirse mehafet ve mehabet hâlini bile baskı altına alarak insanları rahat ettirme ve onları boğmama esasına işaretlerde bulunmuştu.
Resûlullah’ı (sallallahu aleyhi ve sellem); kadın, erkek, çocuk, ihtiyar, kendisiyle temasta olanlara yaptığı şakalardan pek çok örneğe hadis kitaplarında rastlarız. O devamlı mütebessimdi, suratı asık değildi; onca zulüm, onca işkence, onca açlık, hainlikler, münafıkların nifakları, dağların taşıyamayacağı onca yüke rağmen, tebessümü yüzünden hiç eksik olmazdı.
Bu mütebessim Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ashâbıyla şakalaşırdı. Ashab, Resûlullah’a; “Yâ Resûlullah, Sen bizimle şakalaşıyorsun!” demişti. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Ben (şaka bile olsa) sadece doğruyu konuşurum; haktan başka bir şey söylemem.” (Tirmizî, Birr 57) buyurmuştu. Ashabının, aralarında yaptıkları şakalara uzun süre güldüğü olur, kendisi de onlarla şakalaşırdı.
Enes (r.a.) anlatıyor: “Bir adam Peygamber’e (sallallahu aleyhi ve sellem) gelerek: ‘Ey Allah’ın Resûlü! Beni bir deveye bindir!’ dedi. Resûlullah da: ‘Ben seni devenin yavrusuna bindireceğim!’ buyurdu. Adam: ‘Yâ Resûlullah, ben deve yavrusunu ne yapayım (ona binilmez ki)!’ deyince Hz. Peygamber: ‘Acaba deveyi deveden başka bir mahluk mu doğurur? (Her deve, bir devenin yavrusu değil midir?)’ buyurdular.” (Tirmizî, Birr 57). Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), bu sözüyle hem şaka yapmakta hem de insana bir söz işitince iyice düşünüp derinliğini, muhtevasını kavramadan reddetmemesi, itirazda acele etmemesi gerektiğini göstermektedir.
Enes (r.a.), Resûlullah’ın, kendisine: “Ey iki kulaklı!” diye hitap ettiğini, bu sözüyle şaka yapmayı kasdettiğini rivayet etmiştir. Yine Enes (r.a.) diyor ki: “Allah’ın elçisi, biz çocukken yanımıza gelir, bize karışırdı (bizimle beraber otururdu); benim Ebû Umeyr adında bir kardeşim vardı, çok sevdiği ve sık sık oynadığı bir kuşu vardı. Ona: ‘Ey Ebû Umeyr, Ne yaptı nuğayr (serçe yavrusu)?’ derdi.”
Enes’in (r.a.) anlattığına göre, yaşlı bir kadın Resûlullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) gelmiş ve Cennet’e gidebilmesi için Ona dua etmesini rica etmiştir. Allah Resûlü’nün ona: “Hiçbir ihtiyar kadın Cennet’e girmeyecektir!” demesi üzerine, kadın üzülerek ağlamaya başlamıştı. Bunun üzerine, buyurdu ki: “O gün sen ihtiyar olmayacaksın ki. Yüce Allah: ‘Biz onları yeniden inşa etmişiz, onları bâkireler yapmışızdır.’ (Vâkıa, 56/35-36) buyurmuştur.”
Ümmü Eymen adlı bir kadın, Hz. Peygamber’e gelerek, “kocam seni eve davet ediyor.” dedi. Peygamberimiz: “Kocan kim? Şu gözünde ak olan adam, değil mi?” dedi. (Kadın:) “Vallahi gözünde ak yok.” dedi. “Hayır, var!” buyurdu. Kadın, yine: “Hayır, vallahi yok!” deyince Hz. Peygamber: “Herkesin gözünde ak vardır.” dedi. Güzel sözlü Güzel Peygamber, “ak” kelimesi ile gözün koyu renkli halkasını çevreleyen beyaz tabakayı kastediyordu. Fakat bu söz, gözdeki kısmî körlüğü de ifade ettiğinden kadın, bu şekilde anlamıştı. Hz. Peygamber, bu sözüyle aynı zamanda cinas yapmıştı.
Kaynak: Muhittin Akgül, 99 Soruda Efendimiz