Allah Rasulü (sav) döneminden başlamak suretiyle, günümüze gelinceye kadar, İslam davasına sahip çıkan hemen her ferd, çeşitli imtihanlara muhatap olmuştur. Olabildiğine çeşidi çok olan bu imtihan unsurlarının başında, hiç şühpesiz, ehl-i dalalet ve ehl-i küfrün baskısı, mü’minlere düşünce ve niyetlerini anlatma imkan ve fırsatının verilmemesi, ölüme ve öldürülmeye kadar uzanan eziyet ve işkenceler gibi hususlar gelir. Bu hususlarda mutlak fazilet ve kemal, Sahabe-i kiram’a aittir. Gerçi Ashab-ı kiram’dan önce de davaları uğrunda, Efendimiz’in Habbab b. Eret’e ifade ettiği:
“İnananlar, sırf inançları yüzünden çukurlara yatırılır, testere ile vücutları ikiye ayrılır, demir taraklarla etleri kemiklerinden sıyrılırdı da, onlar yine dinlerinden dönmezlerdi.” (Buhari, Menâkıb 25)
şeklinde resmedilen kahramanlar da vardı ama, ihtimal ki yine de mutlak fazilet ve kemal, Sahabe-i kiram hazerâtına aittir.
Daha sonraki dönemlerde de, Sahabe misal eziyet ve işkencelere maruz kalanlar olmuştur. Mesela, bizim dünyamızda bir Ebu Hanife, bir Ahmet bin Hanbel bir Serahsi, bir Gazzali ve bir Bediüzzaman Hazretleri buna önemli misaller teşkîl ederler. Ve bu zatlarla, aynı çizgide eziyetlere maruz kalan kişiler de, dava düşünceleri, hayat felsefeleri, aksiyon ve fedakârlıkları bakımından aynı arenanın kahramanları sayılabilirler.
İmtihan unsurlarından en önemlisi -bana göre- Kur’an’ın, “Bazınızı, bazınız ile imtihan ediyoruz.” (En’am süresi, 6/53) ayetinde ifade buyurduğu, hizmet insanlarının kendi aralarında imtihan olmalarıdır. Böyle bir imtihan, imtihanların en korkuncu ve kazanma kuşağında kaybetmeye en yakın olanıdır. Sahabe-i kiram, imtihanın bu türlüsü ile defaatla karşı karşıya gelmiş ve Allah’ın inayetiyle hemen bu imtihanların hepsini de kazanmıştır. Mesela; Mu’te savaşında Abdullah b. Revaha, Cafer b. Ebi Talib, Halid b. Velid gibi arabın soylu evladları ve askerlik dâhileri varken, Allah Rasulü (sav), azadlı kölesi Zeyd b. Harise’yi kumandan ta’yin etmiştir. Yine Nebiler Serveri, vefatından az önce, içinde Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali gibi insanların da bulunduğu orduya, Zeyd b. Harise’nin oğlu Üsame’yi kumandan olarak nasbetmiştir. Her iki vak’ada da, bir-iki cılız ses hariç, hiç kimseden itiraz çıkmamış ve Nebiler Sultanı’nın bu tasarrufunu bütün Ashab gönülden kabullenmiştir. Daha sonraki devrelerde bu tür imtihanların ardı arkası kesilmemiştir. Mesela Hz. Ömer, meşhur Cisr savaşında Müsennâ gibi askeri tecrübesi müsellem, yaşlı-başlı bir zat varken, 20 yaşında bıyıkları henüz terlemeye başlamış Ebu Ubeyd‘i komutan intihap etmiştir. Şimdi bunların nedenleri ve hikmetleri bir tarafa, bu hadiselerin bir imtihan olduğunda şüphe yoktur.
Bizler de günümüzde, aynı türden fakat değişik şekilde bu tip imtihanlarla her zaman karşı karşıya kalabiliriz. Mesela çeşitli vazifelerin taksiminde halk tabiriyle “ün görmüş, gün görmüş” nice tecrübeli, yaşlı-başlı insanlar, bir hikmet ve maslahata binaen arka planda tutulabilirler. Bu, onlar için kaybetmenin de, kazanmanın da bahis mevzuu olduğu bir imtihandır. Hakeza, ön planda koşan gençler de, yaşlılarla olan münasebetlerinde imtihan olmaktadırlar. Şayet onlar da kalkar, “bizim her şeye aklımız yetiyor. Zaten bu vazifeye getirilmemiz de onun şahidi. Öyleyse “ne diye işi bitmiş bu kişilere gidip, soracağız?” derlerse imtihanı kaybederler. Bu hizmet içinde herkesin yeri ve o yere göre yapacağı işler vardır. Sedef kakmalı bir kapıda veya kürsüde, ahşaba da, abanoza da ihtiyaç vardır, sedefe de.
İmtihan çeşitlerinden bir diğeri de tenperverlik, hâneperverlik, çocukperestlik, torunperverlik.. vb. şeylerdir. Hizmetin ilerleyen seyri içinde, özellikle bir zamanlar önde bulunan insanlar için her zaman söz konusu olan bu imtihan, şimdilerde çoklarının elenmesine sebep olabilir. “Bizler çok çalıştık. Artık gençler koşsun. Biraz biz, istirahatımıza bakalım. Evimiz, çoluk ve çocuğumuzla ilgilenelim”düşüncesi, böyle bir imtihanın başlangıcı sayılabilir. Bununla ilgili olarak, Ebu Eyyüb el-Ensari’nin (ra) İstanbul kuşatması esnasında “Allah yolunda infak edin. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın” (Bakara süresi, 2/195) ayeti münasebetiyle beyan buyurduğu hakikat her zaman şayân-ı mutalaa olmalıdır.
Kuşatma esnasında bir kısım askerler, kendilerini göz göre göre ölüme atan arkadaşlarına: “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın.” ayetini okuyarak onları uyarırlar. Bunun üzerine Mihmandar-ı Rasul Ebu Eyyüb Hazretleri “ayeti doğru okuyor, fakat yanlış tevil ediyorsunuz.” der. Ve devamla “biz Ensar topluluğu, Mekke fethinden sonra” artık İslam aziz oldu. Biz de malvarlığımızı muhacirin ile paylaşmış, bahçelerimizi bağlarımızı ihmal etmiştik. Şimdi biraz da kendi başımızın çaresine bakalım.” dedik. O esnada bu ayet nazil oldu. Yani “mallarınızı Allah yolunda infak edin. İnfak etmemek süretiyle kendinizi, kendi ellerinizle tehlikeye atmayın.” Görüldüğü gibi Kur’an’ın beyanıyla, böylesi düşünceler de bir imtihan sayılabiliyor.
Şahsen ben ölümü arzu etmenin de bir imtihan olduğu kanaatindeyim. Kavuşabiliriz, kavuşamayız bu ayrı bir mesele ama, Allah Rasulü (sav), Ashabı, Tabiin, Tebe-i tabiin ve günümüze gelinceye kadar nice büyüklerle kavuşmayı arzu etme çok güzel bir şey. Ancak, bunun, hizmetler dolayısıyla çekilen sıkıntılar yüzünden olmadığını nereden bileceğiz! Mesela, benim başımdan geçen son olay. Susurluk hadisesi münasebetiyle açıklanan listede ismimin zikredilmesi… Daha önce de bir vesile ile arz ettiğim gibi ben bu olayı ifk hadisesine benzer bir iftira olarak kabul ettim. Hem üzüldüm hem de öteleri özledim. Hayatım boyunca iffetli yaşamaya çalışmış, bu konuda hassasiyetin zirvesine erme gayreti içinde bulunmuş, bunun için de, öz kardeşlerim “kût-u lâ yemut; ölmeyecek kadar yiyecek”le yaşasın diye Rabbine dua dua yalvarmış bir insan olarak, tutarsız bile olsa bu isnat çok ağır gelmişti. Zira benim için hizmetimin itibarı önemliydi. Şimdi benim, böyle bir ortamda, ölüm arzusunda bulunmam, beni üzüntüden üzüntüye sevk eden bu meş’um hadise münasebetiyle olmadığını nereden bileceğiz! Eğer öyleyse hafizenallah kazanma kuşağında kaybediyoruz demektir.
Hasılı; hizmet erlerinin başına musallat olmuş dünya kadar imtihan çeşitleri vardır. Mühim olan, hakikat erlerinin bunun farkında ve şuurunda olarak, kulluğun gerektirdiği tavrı takınabilmeleridir.
Unutmayın ! “Vazife cümleden a’lâ, nefis cümleden edna.”
Kaynak: Prizma 3, “İmtihan Unsurları“