Kelime anlamı itibariyla “İsrâ”; geceleyin yapılan yolculuk demektir. Allah Teâlâ’nın, kulu Muhammed’i (sallallahu aleyhi ve sellem), gecenin bir vaktinde Mekke’deki Mescid-i Haram’dan Kudüs’deki Mescid-i Aksâ’ya götürüp tekrar aynı yerine getirmesidir.
“Mirac” ise; yükselme yahut yukarılara çıkmada kullanılan bir aletin adı olup ıstılahta; Resûlullah’ın, gecenin bir kısmında, Mescid-i Aksâ’dan, Sidretü’l-Müntehâ’ya, oradan da yeniden aynı mekânına getirilmesi hadisesine verilen addır.
Hadisenin oluşu özetle şöyledir: Allah Resûlü, Kâbe’nin yanındaki Hatîm denilen yerde yatarken, uyku ile uyanıklık arasında veya Ümmü Hâni’nin evinde iken, Cebrâil gelip göğsünü yarmış, zemzemle yıkayıp hikmetle doldurmuş, Burak ismindeki bineğe bindirilerek Cebrâil beraberliğinde Mescid-i Haram’dan, Kudüsteki Mescid-i Aksâ’ya gidilmiş, orada bütün peygamberlere namaz kıldırmış, daha sonra da manevî bir merdivenle yüce âlemlere yolculuk başlamış; bu yolculukta değişik makamlarda, farklı peygamberlerle buluşulup sonunda Cenâb-ı Hakk’ın kurbiyetine mazhar olmuştur.
Bu mucizevî hadise, hem Kur’ân, hem de sahih sünnetle sabit olup, inkârı mümkün değildir. Kur’ân-ı Kerim’deki şu ayetler bunun delilidir:
- “Kulu Muhammed’i geceleyin Mescid-i Haram’dan alarak, ayetlerimizi göstermek için civarını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. O, işitendir, görendir.” (İsra 17/1)
- “İnmekte olan yıldıza andolsun ki, arkadaşınız Muhammed şaşırmadı, azıtmadı da. O, kendi arzusuna göre söylemiyor. O Kur’ân, ancak vahyolunan bir vahiydir. Onu çok çetin kuvvetlere sahip olan öğretti. Güzel görünümlü doğruldu, o da en yüksek ufuktaydı. Sonra yaklaştı ve yüksek ufkun mâverâsına sarktı. O’nunla arasındaki mesafe, iki kaşın arası kadar veya daha yakın oldu. Bu surette kuluna vahyettiğini vahyetti. Gözünün gördüğünü kalbi yalanlamadı. Şimdi siz, onun gördüğü konusunda onunla mücadele mi ediyorsunuz? Andolsun ki, o, onu bir kere de bir başka inişinde gördü. Sidre-i Müntehâ’nın yanında. Me’vâ Cenneti de onun yanındadır. O dem ki Sidre’yi bürüyen bürüyordu. Onun gözü aşmadı ve şaşmadı. Andolsun Rabb’inin ayetlerinden en büyüğünü gördü.” (Necm, 53/1-18)
Bu kutlu yolculuktan döndükten sonra Allah Resûlü, gördüklerini etrafındakilere anlatmış, Mekke müşrikleri bu anlatılanlara inanmamışlardır. Hz. Peygamber’i zor durumda bırakmak için de, Kudüs hakkında bazı şeyler sormuşlardır; ancak Resûlullah bunların her birine isabetli cevaplar vermiş, hatta yolda gelmekte olan bir kervandan da onlara bahsetmiştir. Dediği her şeyin doğru olduğunu kesin bir şekilde anlamalarına rağmen Mekke müşrikleri, yine de ona inanmamışlardır.
Kâinatın Efendisinin (sallallahu aleyhi ve sellem) bu mucizevî yolculuğu, normal bir yolculuk değildir. Bugün gelişen onca teknolojiye rağmen hâlâ böyle bir yolculuk yapılamamaktadır ve bundan sonra da yapılması mümkün değildir. Çünkü bu, peygamberimizin nübüvvetine bir delil olarak verilmiş bir ikramdır.
Muhittin Akgül, 99 Soruda Efendimiz (sallallahu aleyhi vessellem)