Hz. Musa’yı (as) Kur’ân sayfaları arasında sadece geçmişte yaşamış büyük bir peygamber olarak görür ve öyle takdim ederseniz, ondan fazla istifade edemezsiniz. Yapılması gereken, Hz. Musa’yı (as) kendi devrimize getirmek ve onu aramızda hissetmektir. Evet; Kur’ân’ı mütalâa ederken, herbir kelimesinin kendimize ve kendi devrimize baktığını düşünmeli, sürekli büyüyen dalgalar gibi her an inkılâplar yapacak olan Kur’ân ile aramızdaki yabancılığı mutlaka atmalıyız.
Evet, Kur’ân okurken, Kur’ân’da anlatılan vak’aların cereyan ettiği devirle, kendi devrimiz arasında münasebetler kuramazsak, Kur’ân’ı kendi derinlikleri ölçüsünde anlayamayız.
Kur’ân-ı Kerim, mutlak ma’nâda insanı karakterize ve ona ait şeyleri terennüm eden bir kitaptır. Madem ki Kur’ân-ı Kerim bir defa daha nâzil olmayacak ve ebediyen, yani Kıyamet’e kadar hükmü bâkî bir kitap olarak kalacak ve tazeliğini de artarak koruyacaktır; öyle ise o, mutlak ma’nâda insanı anlatacaktır ve anlatmıştır da. Kur’ân, insanın destanıdır. Onda duâları, ümitleri, elemleri, sevinç ve yeisleri ve her çeşit mes’elesiyle insan vardır. Bu bakımdan, Kur’ân’da kendini ve kendi devrini bulmak isteyen, onu ciddi bir tefahhus (araştırma) ruhuyla tilâvet etsin. (Kaynak: Fasıldan Fasıla I, “Kur’ân’daki Kıssalara Bakış”)