Peygamberlik, çalışıp kazanılarak elde edilmez. Bu görev, ancak Allah tarafından insanlara verilebilir. Gönderilen her peygambere, inanmayanlar tara fından, değişik noktalarda itirazlar olmuştur. Hz. Muhammed’e (sallallahu aleyhi ve sellem) de itirazlar yapılmıştır. İşte bunlardan biri, peygamberliğin neden başkalarına değil de, O’na verildiği hususudur.
Müşrik topluluğu, Hz. Muhammed’e (sallallahu aleyhi ve sellem) verildiği gibi, kendilerine de peygamberliğin verilmesini ve uyan değil uyulan, hizmet eden değil hizmet edilen kimseler olmayı iste mişlerdir. Onların bu yanlış olan isteklerine karşı Allah (celle celâluhû), şu karşılığı vermiştir:
“Onlara bir âyet geldiği zaman derler ki: “Allah’ın peygamberlerine verilenler gibi, bize de verilmedikçe asla iman etmeyeceğiz.” Allah, elçiliğini nereye vereceğini çok iyi bilendir. Cürüm işleyen o kimselere, yapageldikleri hilekârlıklar sebebiyle, Allah katından bir horluk ve çetin bir azap çar pacaktır…” (En’âm, 6/124)
Başka bir rivâyette de, Mekkeli müşriklerden Velid b. Muğîre’nin Resûlullâh’a: “Eğer nübüvvet hak olsaydı, ona ben senden daha layık olurdum. Çünkü ben, senden hem yaş itibariyle daha büyüğüm, hem daha zenginim.”; Ebû Cehil’in de: “O’na geldiği gibi bize de vahiy gelmedikçe, ona ne rıza gösteririz, ne de tâbi oluruz.” demesi üzerine bu âyet inmiştir.
Peygamberliğin özel bir konumu vardır ve yalnızca o konumda olanlara bu vazife verilir. Dolayısıyla peygamberlik vazifesinin gerektirdiği şart ları kim taşıyorsa, bu vazife de onundur. Bu şartların nelerden ibaret olduğunu en iyi bilen ise, her şeyi yaratan Allah’tır.
Mekkelilere göre peygamberlik, ancak Mekke veya Tâif’te bolca malı ve belli bir mevkii bulunan kimselere verilmelidir. Bu iki şehirdeki şahıslardan kasıt, Velid b. Muğîre ile Urve b. Mes’ûd es-Sakafî’dir. Hâlbuki peygamberin durumu böyle değildi. Dolayısıyla vahiy, O’na gelmemeliydi. Ancak böyle bir düşünce, temelinden yanlıştı. Onlar güya kendi akıllarına göre, Allah’ın vahyini yönlendirmeye, gideceği şahısları kendileri tespit etmeye kalkışıyorlardı ki, Allah onları şu şekilde uyardı:
“Bir de (şunu) söylediler: “Şu Kur’ân, iki şehirden birindeki büyük bir adama indirilmeli değil miydi?” Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların maişetlerini bile aralarında, (onlar değil), biz taksim ettik. Kimini, derece derece kiminin üstüne çıkardık ki, bir kısmı bir kısmını çalıştırsın. Rabbinin rahmeti, onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.” (Zuhruf, 43/31-32)
Demek ki Allah, insanlardan ve meleklerden elçiler seç mekte ve rahmetini dilediği kimselere vermektedir. Hz. Muhammed’i (sallallahu aleyhi ve sellem) de bir elçi olarak seçmiş ve bu seçme işinde kimseye danışmamıştır. Aynı zamanda peygamber de bu vazifeyi, çalışmasından veya dünyevî bir makamından dolayı almış değildir. Bu, O’na, Allah’ın bir ikramıdır.
Kaynak: Kuran İklimine Seyahat, Muhittin Akgül.