Kur’ân-ı Kerîm her mes’elede olduğu gibi, burada da her zaman ve zeminin idarecilerine birtakım mesajlar sunmaktadır.
Evvelâ: Hz. Davud (as) hilafete mazhar olmuş bir peygamberdir. Hz. Süleyman da onunla başlayan bu vazifeyi devam ettirmiştir. Günümüz idarecilerinin Hz. Süleyman’ı misal alıp, teb’a ve rai (idareci) arasındaki hukuka riayet eden ve haksızlığa meydan vermeyecek bir idare sergilemeleri gerekmektedir. Bunun için de bütünüyle mülklerinde cereyan eden hâdiseleri anında görmeleri ve muttali olmaları iktiza eder. İşte Peygamberler bunu “Nübüvvet” nuruyla gerçekleştirmişlerdir, ardından gelenler de velâyet ve kerâmetle, firaset ve kiyâsetle…
Sûrenin günümüzdeki hizmet erlerine olan mesajına gelince, hizmetlerini ahenkli bir şekilde yürütebilmeleri için, ciddi bir firaset ve fevkalade bir hassasiyet ile, hizmet sahaları içinde cereyan eden hâdiselere muttali olmaları gerektiği ve yaşadıkları çağın şuurunda olmaları lazım geldiği şeklinde anlamak mümkündür.
İkinci olarak: Yine Sûre’de Hz. Süleyman’ın karıncaya, Hüdhüd’ün ve Sebe Melikesi Belkıs’a taaccüb etmeleri anlatılır. İlk bakışta buradaki insanın hayvana, hayvanın da insana taaccüb etmesinde bir tezad varmış gibi gelir. Oysa ki mes’eleyi değişik bir zaviyeden seyrettiğimizde, burada da bir kısım nüktelerin gizli olduğu ortaya çıkar.
**
Hz. Süleyman (as) ordusuyla bir vadide giderken, dişi bir karıncanın diğerlerine şöyle seslendiğini işitir. “Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin ki, Süleyman ve orduları farkında olmadan sizi ezmesinler” der. Ve âyet devamla “(Süleyman) onun (karıncanın) bu sözüne tebessüm etti…” diyor. Burada bir bakıma karınca Süleyman (as)’a işaretle, bu seviyedeki bir insanın, değil insanlar arasındaki hukuka, hayvanat ile arasındaki hukuka dahi riayet etmesi lazım geldiğini ihtar ediyor.
Diğer taraftan da bir hayvan insanın haline bakıp taaccüb ediyor. Hüdhüd, Süleyman (as)’a gelerek güneşe tapan Sebe Melikesi Belkıs ve teb’asını kastederek “Şaşıyorum bu insanların haline. Toprağın bağrında daneyi bitiren, göklerde ve yerde gizli olanı açığa çıkaran, gizlediklerini ve açığa vurduklarını bilen Allah (cc) varken bunlar güneşe secde ediyorlar. Halbuki güneş de Allah’ın bir memurudur..” diyor.
Yine buradaki bir nükte de, Hz. Süleyman’la muhavere eden karınca ile, Hüdhüd’ün mesajını getirdiği Sebe Melikesinin dişi olmalarıdır. Dişilik veludiyeti (doğurganlığı) temsil etmektedir. Yoldaki dişi karıncanın Sebe Melikesine bir işaret olmasının yanında Hz. Süleyman’ın î’lâ-yı kelimetullah hedefli çok izdivacı ve çok evladı bir de bu âyetlerde zannediyorum kamil insanlığın, hayvanat aleminin kutbuyla, sınırlarıyla kutuplaşması mes’elesi anlatılmaktadır. Bu da değişik bir zaviyeden önemli olabilir.
Şimdi eğer hayvanat alemiyle alâkalı bir kısım hususiyetleri tam kavrayabilseydik, bu alemin kendine mahsus diliyle bizlere anlatacağı nice hakikatler ve incelikler olduğunu görürdük. İşte Kur’ân-ı Kerîm’de bazı sûrelerin (Nahl ve Neml gibi…) hayvanatın ismiyle zikredilmesi, insanlık ve hayvanat âlemi arasındaki böyle bir münasebetin önemini ihsas etmektedir. Evet, karınca ve arı cumhuriyetçiklerinin bizlere ilham edeceği bir kısım hakikatler olsa gerek… Ancak bu, aradaki bu dakik münasebeti, inanan insan şuur ve idrakiyle şerhedilmesi neticesinde gerçekleşecektir.
Allah (cc) Kur’ân-ı Kerim’de bize bir nebinin mu’cizesiyle, insanoğlunun doğrudan doğruya bir hayvanla konuşup anlaşmasının mümkün olacağını göstermektedir. Ve bu lisan bir ma’nâda öyle fasih, öyle talakatli bir lisandır ki, bizim lisanımızdan daha fasih, daha arızasız, daha kusursuzdur denebilir… Ama gene de kendine mahsus bir beyan. (Kaynak: Fasıldan Fasıla I)